Burcu B. Bilgin
Çağan Irmak, bir dönem “mendil ıslatma” garantili filmleriyle sinemamızda yer etmişti. Bu namını da 2005 yapımı Babam ve Oğlum ile 2008 yapımı Issız Adam’a borçluydu.
Öyle ki, Babam ve Oğlum’dan sonra bugün bile, “Kollarımı açaydım da ‘gitme’ diyeydim” repliği bilinmekte, bağlanma sorunu olan erkekler filmi izlemeyenler tarafından dahi “ıssız adam” diye tanımlanmaktadır.
İki satır benim de sevdiğim ve toplumsal mesaj içeren Babam ve Oğlum’a değinip asıl konumuz olan Issız Adam’a geçeceğim.
Yakınlarını özellikle ani kaybedenler iyi bilir, cenaze toprağa verildikten sonra herkes kendi kendiyle hesaplaşır. Ölenle en iyi ilişkiyi kuranlar bile aslında bunu yapar.
Hele ki, oğluna karşı hata işlemiş, onu yargılamış, anlamamış ve kendini hep haklı görmüş babanın günah çıkartması, bunu ise oğlunu sonsuza dek yitirdiği noktada yapması anlamlıdır.
Torunuyla beraber oğlunu da tanıyan ve sonunda anlayan babanın kendiyle hesaplaştığı sekansın önemi, alışılmışın tersi olmasındadır. Çünkü bizde büyükler, hele ki dar çevredekiler kendini sorgulamaz, açıktan açığa pişmanlığını dillendirmez. Babam ve Oğlum, bunu başarmıştır.
Issız Adam ise benim Çağan Irmak sineması içinde en arkalara koyduğum filmlerin başında geliyor.
Zira klişelerle süslü bir romantik komedi/drama harmanıdır. Yabancıların “chick movies/kadınların izlediği filmler” dediği türün bolca drama sosuyla marine edilip eski şarkılarla servis edildiği bir yemektir.
Hikayenin ana karakteri Alper (Cemal Hünal), kariyerinde usta, sıfırdan restoran sahibi olmuş, ama bağlanma sorunu yaşayan bir erkektir.
Filmin aslında nasıl biri olduğunu pek de çözemediğimiz kadın karakteri Ada (Melis Birkan) ise daha önce bağlanma problemli bir başka erkekle ilişkisi yüzünden canı yanmış bir kızdır.
Bir daha böyle ilişkiler kurmayacağına yemin etse de bu kez yolu Alper ile kesişir. İşin aslı kitapçıda gözüne ilişir.
Hoş zaten romantik komedilerin 1 milyonunda kitapçıda rastlaşılır. Notting Hill çevrim tarihi 1999, Issız Adam 2008. Tanığa başka sorumuz yok.
Kız, Yeşilçam filmlerindekiler gibi başta sözüm ona karşı çıkar, direnir, ama sonraları cazip gelir Alper ona. Zira, filmin deyimiyle bir “ıssız adamı” değiştirecek, deyim yerindeyse “adam” edecektir. Sonraaa kolları sıvar.
İlişkinin içinde değişen de zaten Alper olur. O güne kadar para karşılığı kadınlarla ilişkiler kuran Alper, çevresinden, sonra da annesinden çokça duyacağımız üzere ilk kez gerçek bir ilişki deneyimi içindedir.
Kız ise bildiğimiz, kısmetini bekleyen Türk kızıdır, pek bir gelişim ve değişim gözlenmez.
Zaten iyi düşünürsek, Ada’yı özel ve önemli gören Alper’dir, Ada ise hep “siz erkekler” modundadır. Alper, kendi isteğiyle dönüşmeye başlar.
İşte klişelerimizden biri de tam bu noktada dört nala koşarak üstümüze gelir. Alper, bir kadınla seviştikten sonra aynı yatakta yatmaz.
Romantik komedilerin baş tacı bu klişe, şirinler şirini, güzeller güzeli kızımız Ada sayesinde Alper için artık geçerli değildir. Öyle ya kadın dediğin zaten erkeğini değiştirebilmelidir.
Sonraları yolunda giden ilişkileri, Alper’in annesinin (Yıldız Kültür) gelişiyle sekteye uğrar. Zurnanın zırt dediği yer işte burasıdır.
Teyzemiz daha İstanbul’a ayak basar basmaz oğlunun nihayet “bir ilişki içinde” olduğuna aşırı sevinir, “müstakbel geliniyle” çarşı, pazar gezer, kıyafetler alır, yemekler yer.
Alper’in o sırada ne alemde olduğu ise kimsenin fazla da umurunda değildir.
Üstelik de anne tarafından oğluna, “Bu kız sana Allah’ın bir lütfu oğlum” denir. Öyle ya gelinin baş görevi de zaten kaynanayı mutlu etmektir.
Ada, bal gibi de anneye yağcılık yapmaktadır. Sonunda ikisi bir olur ve Alper’i hiç kendini ait hissetmediği bir arkadaş düğününe yaka paça götürür.
Oradayken de Alper seyirciye aykırı ve ucube gösterilir. Sanki senelerdir görmediği arkadaşının düğününde ortalara çıkıp şıkır şıkır oynaması lazımdır.
Yine burada da geleneksele göz kırpılmakta, alkış tutulmaktadır. Ayrıca, taşralı anne, pek çok ebeveyn gibi oğlunu hiç tanımamaktadır.
Alper ise filmin bence tek iyi sahnesinde, “Zor be anne, zor” diye kendini ifade etmeye çalışırken, anne hala “Nesi zor be oğlum?” diyerek topu taca çıkarır.
Aslında belki de Alper’in sorunlarının kaynağı da annesiyle kurduğu ilişkide gizlidir. (Belki mi?)
Neticede annenin gidişiyle beraber yine gelenekselin dibi olan sarma yeme sahnesinde Alper, “birden”, aslında da son derece artık günlerdir içi bayıldığı için Ada’yı terk eder. Zaten Perşembe’nin gelişi de Çarşamba’dan bellidir.
Filmin dillere destan, herkesi perişan eden, “Anlamazdın” şarkısı eşliğindeki finalinde ise çiftimiz yıllar sonra rastlaşır. Kısa bir hoşbeşten sonra geri dönüp hüzünle kucaklaşırlar.
Artık yıllar geçmiş, kızımız-nihayet-evlenmiş, saçını kestirmiş, ceketler meketler giymiş, bir de çocuğu olmuştur. Toplumun gözünde bir kez daha yücelmiş, senarist/yönetmen de yine tribünlere oynamıştır.
Alper ise hala yalnız, kariyerine odaklı ve boş zamanlarında da sahillerde elinde bi sopa, yalın ayak, başı kabak, köyün delisi gibi gezmektedir.
İç seslerle gidilen flashbacklerde de anlarız ki Ada, Alper’in arkasından You dizisindeki Joe gibi stalker havasıyla onun memleketine gitmiş, yine anneyle takılmıştır. Büyük ihtimalle anne, oğluna anlatsın diye şans denemiştir.
İyi düşünürsek ilişkinin sadık kalan tarafı, aslında terk eden olsa da yine Alper’dir. Hiç olmazsa arkasından aramış, bulamamış, unutamamış, tokayı, küçük kızları görüp hüzünlenmiş, başka ilişki kurmamıştır. (Hoş zaten Ada ile ilişkisi de 2 aydı)
Ada ise sevmediği biriyle evlenmiştir. Üstelik de hala birini unutamadığına göre kalben eşini aldatmaktadır. Bak sen şuna!
Kariyerine odaklanmış Alper ise “ıssız” bir adamdır. Peki kim ıssızdır bu tabloda, ilişki kurduğu kişiyi anlamak yerine değiştirmeye çabalayıp beyaz gelinlik hayali kuran, sonunda da sevmediği biriyle evlenen Ada mı, yoksa kendi çizgileri içinde özgür, sahildeki çocuklara ya da saç tokalarına dahi anlamlar yükleyebilen Alper mi?
Bir de aşk geç kalmayı sevmezmiş, her iki aylık ilişki evliliğe gidince adliyeler dolup taşıyor sonra.
Netice itibarıyla Issız Adam, tribünlere oynayan, klişelerle bezeli, karakter derinliğine inmeyen, serim, düğüm, çözüm, karakter dönüşümü vesairenin hak getire olduğu, gelenekseli bolca alkışlayan, modern toplum bireyini kötüleyen ve erkeklerden şikayetçi kadınları sinemaya çekmeyi hedef almış bir filmimiz.
Bugün sinemamız, nasıl ki kaba komediler, inli cinli korku filmleri ve salya sümük dramalara teslimse, şimdilerde nelerden yakınıyorsak bundan 11 yıl öncesi için de farklı konuşmak zor.
“Kral çıplak” diyeceğimiz başka “eski” filmlerde görüşmek üzere…
Yorum Yapılmamış: "Issız Adam aslında neden klişe bir filmdir?"