Burcu B. Bilgin
(8.5/10)
Netflix, kesinlikle izleme keyfi yaratmayan bir dizi yerli ve yabancı projenin ardından nihayet başarılı bir yapımla izleyici karşısına çıktı: The Gentlemen.
Guy Ritchie’nin aynı adlı 2019 tarihli filminin farklı karakterler ve mekanlarda çekilmiş spin-off’u niteliğindeki diziyi sizler için izleyip değerlendirdim:
The Gentlemen adlı sinema filminde Londra’da marihuana yetiştirerek kurduğu suç imparatorluğunu geride bırakmak isteyen Michael Pearson’un (Matthew McConughey) bunun için bir milyarderle anlaşmasının ardından yaşananlar konu alınıyordu.
Filmin spin-off’u olan Netflix yapımı dizide ise soylu ve zengin olmasına karşın askerliği seçmiş Eddie-Edwina-Horniman’ın (Theo James) sürpriz bir şekilde tüm aile mülkünü miras olarak devralmasının ardından kendini bir suç imparatorluğunun ortasında bulması işleniyor.
Dizinin açılış sekansı, ülkemiz açısından enteresan bir sürprizle başlıyor. Türkiye-Suriye sınırında görev yapan Eddie, iki ülke arasındaki sınırda anlaşmazlık yaşayan biri Türk, diğeri Suriyeli iki çobanı barıştırmaya çalışıyor.
İşte tam o sırada Halstead Düklüğü’nden gelen yardımcıları Ahmed geliyor ve ona babasının ölüm döşeğinde olduğunu ve acilen İngiltere’ye dönmesi gerektiğini söylüyor. Eddie, bu sahnede Ahmed’in bindiği 34 plakalı aracın şoförünü Türkçe olarak selamlıyor.
Şatoya döndükten sonra kısa süre içinde babaları beklenildiği gibi hayata veda eden Eddie, mirasın ağabeyi Freddy (Daniel Ings) yerine kendisine kaldığını öğrenince planladığı gibi sınırdaki görevine dönemiyor.
Birinci bölümün ikinci dramatik noktasında ise Eddie, babalarının şatonun altındaki dev bodrumda bir marihuana çiftliği kurmasına izin verdiğini, çiftliği işleten mafya babasının kızı Susie Glass (Kaya Scodelario) aracılığıyla öğreniyor ve macera başlıyor.
Hayatını güvenliği tesis etmeye adamış bir askerin kendini bir suç imparatorluğuna ev sahipliği yaparken bulmasıyla ortaya çıkan oksimoron, bir anda Eddie’nin hayatının gerçekliği haline gelmekle kalmıyor, başka dertler de ortaya çıkıyor.
Ağabeyi Freddy’nin yarattığı kaos, Eddie’nin kendini bambaşka kriminal olayların içinde bulmasına yol açıyor. Eddie, bu suçla örülü dünyanın içinden çıkmaya uğraştıkça daha da saplanıyor.
Sekiz bölüm boyunca dizinin protagonistinin yaşadığı iç çatışmalara tanıklık ediyoruz. Eddie, kriminal dünyada karşısına çıkan tüm rakipleri, ortağı Susie ile beraber saf dışı ettikçe ilginç bir şekilde bu ona haz ve heyecan vermeye başlıyor.
Eddie’nin karakter dönüşümünü Matthew Read, Stuart Carolan ve John Jackson’dan oluşan ekibiyle beraber yazdığı başarılı b senaryoyla gözler önüne seren Ritchie, her biri sinema filmi sayılabilecek sekiz bölümde başarılı bir suç komedisi yaratıyor.
Kara mizahla örülü bu evrenle Ritchie, Fargo, Breaking Bad, Better Call Saul gibi türün öne çıkan ekran klasiklerinin arasına The Gentlemen’ın ismini de yazdırıyor.
Hikaye boyunca birbirinden farklı insan gruplarını çatıştırırken, bir rahibin yönettiği İngiliz çetesinden boksla kara para aklayan suç baronuna, uyuşturucu imparatorluğunu büyütmeye çalışan milyarderden Nazi sempatizanı soyluya dek pek çok bileşen karşı karşıya geliyor.
Yaşamı boyunca bildiği etik sınırların dışına hiç çıkmamış Dük Eddie, kendini bir anda bir grup Roman ile karavanda anlaşma yapmaya çalışırken, boks salonlarında dönen bahisleri izlerken, otomobil çalarken, kara para aklarken buluyor.
İşin dinamiğinde ise hep zıtların anlaşması, birbirinden farklı insanların ortak noktada buluşması, tek amaç uğruna gösterilen çabanın başarıya ulaşması yer alıyor. Aslında The Gentlemen izleyenlere tam da bu mesajı veriyor.
“Ekip işinin” başarıya ulaşmadaki en güzel yol olduğunu ise en iyi Susie’nin hapisteki uyuşturucu baronu babası Bobby Glass (Ray Winstone) anlatıyor.
Bobby, sırf bunun için özel olarak hazırladığı bir planla Eddie ile kızı Susie’ye hayatlarının dersini veriyor.
Dizinin en başarılı ters köşelerinden biri olan bu sahne aslında The Gentlemen dizisinin sekiz bölümlük serüveninin temasını da özetliyor.
Farklı şartlarda ortaya çıkan durumları kabullenmenin önemine dikkati çeken dizi, bir başka sahnede de Geoff’un Freddy’ye verdiği öğütle bunu perçinliyor: “Hayattaki yerini seversen mutlu olursun”
Dizi zaman zaman aristokratlara, zaman zaman sisteme ve suça cevaz veren açıklarına eleştiriler getirirken, din istismarı da bu eleştiri oklarından payını alıyor.
Suç örgütünün başındaki rahip, kilisede dua ederken kutsal görevini bir yana bırakarak silahları kuşanıp etrafı kana buluyor, otostop çeken Jimmy (Michael Wu), bir otomobil içinde “pedofil” rahiplere rastlıyor.
Guy Ritchie, dizinin temasına yerleştirdiği “ekip işini” The Gentlemen’ın mutfağında da uyguluyor. Bölümleri sadece kendisi yönetmekle kalmıyor, David Caffrey, Eran Creevy ve Nima Nourizadeh gibi isimlere de yer yer kamera arkasını bırakıyor.
Mekan kullanımlarının da başarıyla gerçekleştirildiği dizi, İngiltere’nin puslu atmosferini arkasına alarak başarılı bir sinematografiye imza atıyor.
Oyuncu kadrosuna geldiğimizde ise White Lotus’un ikinci sezonuna damga vuran Theo James, Kaya Scodelario ile uyumlu bir ikili oluşturuyor. Böylece yeni bir Mr and Mrs Smith ile tanışıyoruz.
Freddy rolündeki İngiliz aktör Daniel Ings, her role yaraşan “bukalemunvari” oyunculuğunu burada da konuşturuyor. The Crown, Lovesick, Sex Education gibi yapımlardaki birbirinden farklı rollerde büyük başarı sağlayan Ings, özellikle “tavuk sahnesinde” harikalar yaratıyor.
The Gentlemen’ın film versiyonunun “ırkçılıkla suçlanan” kimi sahneleri barındırdığı eleştirilerini, dizinin ekran versiyonu bir şekilde aklıyor.
Roman grup, Asyalı karakterler, İrlandalılar, Kuzeyliler dizide boy gösterirken ve Nazi sempatizanı dükün sakladığı Adolf Hitler’in “testisinin” bir Alman kurdunun midesini boylaması önemli bir mesaj oluyor.
Dizinin en iyi oyuncularından biri de ilk kamera önü performansıyla göz kamaştıran Michael Wu. Aslında ünlü bir yazar olan Wu, yeteneğiyle tam anlamıyla göz kamaştırıyor, rol aldığı her sahnede yıldız gibi parlıyor.
The Gentlemen, bazı “eski tanıdıklarla” da izleyiciyi yeniden buluşturuyor. Breaking Bad ve spin-off projesi olan Better Call Saul’daki Gustavo Fring rolüyle tanınan Giancarlo Esposito, bu kez de uyuşturucu imparatoru Stanley Johnston rolüyle karşımıza çıkıyor.
Yeşil sahalardan beyazperdeye transfer olan ünlü futbolcu Vinnie Jones, gizemli çiftlik kahyası Geoffrey Seacombe’u canlandırıyor. Jones, daha önce Guy Ritchie imzalı başka projelerde de yer almıştı.
Game of Thrones serisinde sempatik yabani Tormund Giantsbane rolüyle tanıdığımız Kristofer Hivyu ise uyuşturucunun Avrupa pazarındaki transit geçişlerine aracılık eden Florian de Groot rolünde seyirciyle hasret gideriyor.
Netice itibarıyla The Gentlemen, her biri birer sinema filmi tadındaki sekiz bölümlük serüveniyle uzun bir aradan sonra Netflix’te çok iyi bir alternatif olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Guy Ritchie’nin türünü, Breaking Bad, Fargo, Better Call Saul gibi dizileri, Coen kardeşler ve Quentin Tarantino filmlerini sevenlerin çok beğenerek izleyeceği bu dizi, janrının en iyilerinden biri.
Guy Ritchie imzalı 2019 tarihli filmi aynı temayı alıp farklı bir biçimde seyirciyle buluşturan The Gentlemen, kara mizahla suç öğelerini harmanlayan çok başarılı bir suç komedisi.
Türün meraklıları başta gelmek üzere herkese tavsiye ederim.
3 Yorumlar: "The Gentlemen: Hayattaki yerini sev"
Füsun KOVALU 18 Mart 2024 (13:08)
Bilgilendirici yararlı bir anlatım olmuş. Çok teşekkürler
Gülay Kıratlı 18 Mart 2024 (14:50)
Harika bir yorum, teşekkürler.
Filmi çok beğenmiştim, diziyi 2 bölüm izledim, devam edeceğim
Ayşegül Balaban 22 Mart 2024 (11:28)
Mükemmel bir dizi, çok beğendim. Guy Ritchie sevenleri için tam bir ziyafet, tavsiye ederim.