Burcu B. Bilgin
Milattan önce 3. yüzyılda İber yarımadasının kuzey doğusunda Kartacalılar tarafından bir kent kurulur. Kartaca’nın ünlü ailelerinden Barkaslar’dan ismini alır: Barcelona… Yıllar yılı ayakta kalan bu güzel kent Freddy Mercury’nin şarkısına, Almodovar’ın, Inarritu’nun, Woody Allen’ın filmlerine, Picasso’nun, Miro’nun tablolarına, daha nicelerine ilham kaynağı olur.
Mercury’nin, ”Barcelona, gün ışığında parlayan bir mücevher” dediği kenti, her ne kadar çok güneşin altında pırıl pırıl parlayan değil epeyce bir bulutlu ve yağmurlu bir havanın hüküm sürdüğü 3 kısa sonbahar gününde ziyaret ettim. Ve Woody Allen’ın Vicky ve Cristina’sını kendine aşık edip günlerce ülkelerinin yolunu unutmalarına neden olan Barcelona’daki izlenimlerim…
Barcelona fotoğrafları için galeriye tıklayın
1- Havaalanı terminallerine dikkat: Barcelona’nın iki havaalanı terminali var. Türk Hava Yolları Terminal 1, Pegasus ile Onur Air ise Terminal 2’den uçuyor. Terminal 2, diğerine göre sakin olmakla beraber küçük ve az sayıda havayolu şirketinin uçtuğu bir yer. Otellere shuttle bulmak istiyorsanız Terminal 2’den bulmak zor oluyor sanırım. En azından ben göremediğim için taksiye bindim.
Terminal 2’de pasaport kontrolünden geçmek ise az sayıda havayolu şirketi buradan uçtuğu için gayet kolay. Bu arada, Terminal 1 ve 2 arasında ücretsiz otobüsler işliyor. Yeşil otobüslere binmeniz gerekiyor.
2- Aman İspanyol demeyin: Katalonya Özerk Bölgesi’nin başkenti ve İspanya’nın ikinci büyük kenti olan Barcelona’da yaşayanların büyük çoğunluğunun en çok kızdığı şeylerden biri de kendilerine ”İspanyol” denilmesi. Onlardan Katalan diye bahsederseniz aranız gayet iyi oluyor.
Katalanlar’ın yanı sıra Barcelona’da çok sayıda İtalyan, Ortadoğu ulusları ile diğer Avrupa ükelerinden gelenler de bulunuyor ve çalışıyor. İngilizce anlaşmak ise gayet kolay, çünkü her yerde mutlaka çat pat da olsa İngilizce konuşan birilerini buluyorsunuz. Bilmiyorlarsa bile Google Translate ile dahi olsa size mutlaka canla başla yardım ediyorlar.
3- Ulaşımı rahat: Vicky, Cristina, Barcelona filmini izleyenler de dikkat etmiştir şehir içinde birçok yere yürüyerek gidebilmek mümkün. Benim kaldığım otel, Passeig de Gràcia’daydı. Çok sayıda mağaza, kafe ve restoranın olduğu bu alışveriş caddesi, Eixample bölgesinde. Katalanca ”Daha Geniş Bölge” anlamına gelen Eixample, eski şehir ile küçük kasabalar arasında. Nüfusu ise neredeyse 300 bine yakın (Barcelona nüfusu 2014 yılı itibarıyla 1 milyon 600 binmiş).
Eğer bu bölgede kalırsanız birçok yere rahatlıkla yürüyerek ulaşırsınız. Zaten bir de Barcelona’da çok gelişmiş bir metro ağı var, yürümeyi canınız istemediğinde metroyu kullanabilirsiniz. Onun dışında taksiyle genelde şehrin içindeki mesafeler 5-8 euro arasında yazıyor.
4- Gaudi harikaları: Antoni Gaudi ya da tam ismiyle Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet, Barcelona kentini oya gibi işleyen dahi bir mimar. ”Süsleme mimarinin kaynağıdır” diyen Ruskin’in fikirlerinden etkilenen Gaudi’nin eserleri, masallarda gördüğümüz o meşhur görkemli şatoların, büyülü evlerin gerçek hayatta karşımıza çıkanları.
Koyu bir Katolik ve ateşli bir Katalan milliyetçisi olan Gaudi’nin baş yapıtı La Sagrada Familia bazilikası. Bu Katolik kilisesi, görkemli bir şekilde göğe yükselirken, hüzünlü hikayesi ise yaratıcısı Gaudi’nin tamamlayamadan ölmüş, hatta burada gömülü olması. Stüdyosunu bile bu inşaata taşıyan, ancak bitiremeyen Gaudi’nin bu yapıtının yapımı hala sürüyor. Yani bildiğimiz inşaat devam ediyor ve kiliseyi gezerken bazı bölümlerin süren inşaatını görebiliyorsunuz. Burayı görmek için biletinizi çok önceden, hatta internet üzerinden almanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde saatlerce uzun bilet kuyruğunda beklemeniz gerekiyor.
Barcelona’da mutlaka görmeniz gereken bir başka Gaudi yapıtı ise Park Güell. 1900-1914 tarihleri arasında Güell ailesinin soyluluk göstergesi olarak Gaudi’ye yaptırılan park, bildiğimiz masallar diyarı. Üçgen çatıları, renk renk mozaikleri, üstün işçiliği ile Gaudi’nin dehasını yansıtan Park Güell’in terasından bütün Barcelona manzarası ayağınızın altına seriliyor. Kıvrımlı patikalarıyla zevkli bir gezinti sunulan Park Güell’in biletini de önceden almalı, bileti aldığınız saatte de mutlaka orada olmalısınız. Aksi takdirde bekleme listesine alınıp uzun süre giremiyorsunuz.
Bahsetmek istediğim bir başka Gaudi eseri ise kaldığım otele çok yakın olan Casa Battlo. Şehir merkezindeki yapı, daha önce yapılan bir evin Gaudi tarafından yeniden tasarlanmış hali. Casa Dels Ossos olarak da bilinen güzel yapının yerel dildeki bu ismi, ”Kemiklerin Evi” anlamına geliyor.
5- Picasso’nun gözünden Barcelona: Büyük ressam Picasso’nun ilk çalışmalarının da sergilendiği, sanatçının dünyadaki en büyük ve önemli koleksiyonuna sahip olan Picasso Müzesi’ni görmenizi de tavsiye ederim. Biletinizi alıp giriş saatiniz belli olduktan sonra Picasso’nun dünyasına yakından tanık olacağınız Ortaçağ’dan kalma yapıdaki müzede, sanatçının resim eğitimi görmeden önceki eserleri ve kız kardeşi ağırlıklı olmak üzere aile fertlerini resmettiği çalışmaları da yer alıyor.
Picasso’nun gençliğinden olgunluk çağına kadar 4 bine yakın eseri barındıran müzede, ”kübizmin babasının” sadece bu akımı yansıtan eserlerinden ziyade sanatının her döneminden yapıtlar var.
Müzede, Picasso ile özdeşleyen Las Meninas serisini de izleyebiliyorsunuz. Las Meninas, Diego Valezquez’in ünlü tablosunun Picasso tarafından kendi bakış açısıyla yeniden işlenmesiyle ortaya çıktı. Meşhur tablonun tamamen kübik tarzda yeniden ele alındığı seride 58 çalışma var. Orijinal tablonun 45 farklı biçimde ele alındığı eserlerin yanı sıra, 9 güvercin figürü, 3 manzara ve 1 de Jacqueline’e ait portre yer alıyor. Tabii bu eserleri incelerken orijinal tabloyu önce Google’dan arama yapıp bulun, sonra unutun, çünkü tanımanız epeyce zor.
6- La Rambla ve El Born gezintileri: Turistik cadde La Rambla, Barcelona’ya gelen herkesin uğrak yeri. Çok çok kalabalık olan caddede gezerken ve kafelerde otururken cüzdan ve telefonlarınıza sahip çıkmanızı öneririm. Neyse ki benim başıma gelmedi ama taksiciler ve esnaf bu yönde çok uyarıda bulunuyor.
Kristof Kolomb heykeli, Gaudi imzalı Palau Güell, sebze ve meyve pazarı Mercat de la Bouqeria, opera binası Gran Teatre del Liceu da bu cadde üzerinde yer alıyor. Şehir merkezine oranla daha ucuz hediyelik eşyaları burada bulabilirsiniz. Ancak ben Park Güell etrafındaki hediyelik eşyacıların daha ucuz olduğunu keşfettim.
El Born ise benim daha fazla beğendiğim bölge oldu. La Rambla’ya göre daha az kalabalık olan El Born’un ara sokakları, Vicky, Cristina, Barcelona filmini görenlerin gayet aşina olacağı yerler. Picasso Müzesi’nin de yer aldığı El Born’da da çok ilginç el sanatı örnekleri, hediyelik eşyalar satılıyor. Yine yerel mutfaktan ürünlerin sunulduğu restoranları da burada bulabilirsiniz.
7- Zara ve Mango gerçekten ucuz mu?: Alışveriş meraklılarının ilgilendiği bir konu da İspanyol markaları Zara, Mango, Uterqüe ve Massimo Dutti’nin burada daha ucuz olup olmadığı. Portekiz ziyaretimde bu markaların Türkiye’ye oranla daha ucuz olduğunu görmüştüm. Ancak Ekim 2016 itibarıyla fırlayan döviz kurları sebebiyle şu anda en fazla 10-15 lira civarında bir ucuzluk göze çarpıyor. Hatta dolarla alışveriş opsiyonunu seçerseniz zarara bile girebilirsiniz. Gelecek dönemde döviz kurları biraz olsun inişe geçerse o zaman bu tablo değişebilir tabii…
8- Şehrin her köşesi tarih: Her köşesi tarih olan şehirde Gothic Quarter’daki La Merce bazilikası, şehrin merkezindeki park ve havuz, Carrer del Bisbe, Casa Padellas, Pignatelli Sarayı, Plaça del Pi gibi binaları da mutlaka görüp fotoğraflayın.
9- Katalan Müzik Sarayı büyüsü: Barcelona’ya gittiğinizde eğer müzik ve sanat tutkunuysanız Palau de la Musica (Katalan Müzik Sarayı) ya da La Rambla’daki opera binası Gran Teatre del Liceu’da bir eser izlemeden dönmeyin.
Ben Palau de la Musica Catalana’da sahnelenen Verdi’nin La Traviata operasını seyrettim. Şef Xavier Puig yönetimindeki orkestranın eşlik ettiği eserde, Çin asıllı soprano Sarah Zhai Strauss’un yorumu sayesinde, esere temel teşkil eden Alexander Dumas’nın Kamelyalı Kadın’ının neredeyse Uzakdoğulu olduğuna inanacaktım.
Özellikle son perdede harikalar yaratan Strauss’un yanı sıra, Alfredo rolündeki Sergi Gimenez de rolünün hakkını verdi. Tarihi binanın büyülü dokusu içinde Flamenko ve İspanyol müziğinin yanında zengin bir repertuvara sahip Palau de la Musica’da biletler, Gran Teatre del Liceu’ya göre çok daha hesaplı. Parteri değil bilet fiyatları daha uygun olan balkonu tercih edenlerin de sahneyi rahatlıkla görebileceğini de belirteyim.
10- Tapas yemeden dönmeyin: Son olarak kentte İspanyol mezesi olan tapaslardan tatmadan dönmeyin derim. Eskiden İspanyollar içkilerinin içine toz, sinek girmesin diye bardakların üzerine tabak koyarlarmış. Daha sonra bu tabakları içkiye yakışan mezelerle doldurmaya başlamışlar. Bu tabaklara da tapas deniyor.
Tapaslardan patatesle yapılan patatas bravas benim favorim oldu. Bildiğimiz patates kızartmasının üzerine acı sos ya da aioli denilen bir mayonez, sarımsak ve zeytinyağı karışımı sosla yapılan bu tapası mutlaka deneyin.
Yine vejetaryen olmayanlar için Katalanlar’ın kendi yöntemleriyle pişirdikleri pirzola, kaburga tercih edilebilir.
Vejetaryen olanlar için de iyi bir haber var. ”Vejetaryen dostu şehir” ilan edilen Barcelona’da sebzelerle yapılan çok sayıda seçenek bulabiliyorsunuz. Tapasların yanı sıra, Katalan mutfağından lezzetler, ayrıca Hint, Meksika ve Uzakdoğu restoranları da yol boyunca sıkça rastlayacağınız lezzet alternatifleri.
6 Yorumlar: "Barcelona: Vicky ve Cristina nasıl sevmesin?"
Dilek kocabaş 19 Ekim 2016 (15:29)
Bacım gezmiş bizim için özet çıkartmış, gitcez gari
sinekaf 19 Ekim 2016 (19:18)
Sen de çok orijinal şeyler görürsün kesin. Git de konuşalım.
Dilek SAMSUN 19 Ekim 2016 (15:46)
Tez yazdığım dönemlerde eski erkek arkadaşım “aman İspanyol deme üzersin adamları” demişti 🙂 Bask’ı var Katalan’ı var.. Algıda seçicilik bu sanırım direk o bölüm gözüme çarptı. Görseller çok güzel 🙂 İspanya’ya gidersem muhakkak bu yazı rehberim olacak ve alışverişe dair minik bir not da benden olsun , fiyatlar gayet de buradakilerin benzeri insanlarda “yurtdışı daha ucuz” algısı olsa da o bir mitten öteye gitmiyor 🙂 Kocaman sevgiler ve çokça geçmiş olsun 🙂
sinekaf 19 Ekim 2016 (19:21)
Portekiz’e gittiğimde o zaman dolar ve euro ilginç bir şekilde Türk lirasından fazla ileride değildi. Yani 1.40 filan dolar, 2 küsur civarı da euroydu. Geçmiş zaman olur ki… Üzerine bir de bunların İspanyol markası olması gelince epeyce bir fiyat farkı olmuş, mesela 100 liralık bir ayakkabıyı ben oradan diyelim 65 liraya almıştım. Şimdi ise Zara’da gördüğüm bir ayakkabının fiyatına burada baktığımda arada sadece 5 lira fark olduğunu gördüm. Dolar çok daha yüksek olduğu için tabii ki dolarla alan zarar da eder. İspanyol deme meselesi ise milliyetçi birine rastlarsanız epey sorun oluyormuş, taksici uyarmıştı giderken 🙂 Teşekkür ederim yorum için…
Ceyhun Ergüven 20 Ekim 2016 (20:01)
Barselona bir kere ziyaret etmekle yetinilecek bir şehir değil. İnsanı kendisine çağırıyor! Prag’da da aynı duyguya kapılmıştım. Ne yazık ki ikisini de tekrar ziyaret etmek mümkün olmadı!
sinekaf 20 Ekim 2016 (22:32)
Her gittiğim yer için kendi kendime bir daha gideceğim sözünü veriyorum ancak sadece Londra’da başarılı olabildim. Her defasında yeni yerler keşfetme hissi ağır basıyor.