Burcu B. Bilgin
(8.5/10)
Bir bartender, günün birinde çalıştığı bardan içeri ağlayarak giren, orta yaşlı, özensiz giyimli, oldukça kilolu kadına “Ne içersiniz?” diye sorar. Ancak kadının beş kuruşu yoktur, adam onun haline üzülüp bu yabancıya bir çay ısmarlar ve hayatının hatasını yapar.
Netflix’in yeni dizisi Baby Reindeer, bir kadın tacizci ile beş sene boyunca rahatsız ettiği adamın öyküsünü anlatıyor. Diziyi izleyip sizler için değerlendirdim:
Dizinin başrolünü üstlenen İskoç oyun yazarı ve komedyen Richard Gadd’in, başına gelen çok tatsız bir olaydan yola çıkarak kaleme aldığı Baby Reindeer, ilk olarak sanatçı tarafından bir saatlik tiyatro oyunu olarak sahnelendi.
Gördüğü ilgi üzerine Netflix’in teklifini değerlendiren Gadd, kendi travmasından yola çıkarak öyküleştirdiği bu olayı yedi bölümlük bir dizi olarak ekrana getirdi.
Gadd’in 40 bin e-posta, 740 tweet, 350 sesli mesaj ve yüzlerce mektupla uğradığı tacizi konu alan dizi, günümüzün modern toplumunda pek çok bireyin başına gelebilecek bu tür tacize en ağır haliyle maruz kalan genç bir adamın hikayesi.
Dizinin başrolünü de üstlenen Gadd’e, tacizcisi Martha Scott rolünde Jessica Gunning eşlik ediyor. Dizinin diğer oyuncuları Nava Mau, Danny Kirrane, Tom Goodman-Hill, Shalom Brune-Franklin ve Hugh Coles.
Richard Gadd, “yasal sebeplerle” onun gerçek ismini kullanamadığı için tacizciye “Martha”, kendisine ise komedi sahnesindeki alter egosunun ismini vermiş: “Donny Dunn”.
Tacizcisi ile barda tanışmasının ardından aslında bu kadar etkileyici, vurucu ve travmatik bir öyküyle karşılaşacağımızı baştan tahmin edemiyoruz.
“Kara komedi” havasında başlayan dizi, dozu yavaş yavaş artırarak çok daha dramatik boyuta, travmalara, kötü sonuçlarına ve psikolojik yıkıma doğru gidiyor.
Martha, tanışmalarının ardından aklını Donny’ye takıyor ve bir şekilde e-posta adresini bularak ona “küçük ren geyiğim,” diye hitap ettiği mesajlar göndermeye başlıyor. Bir taraftan da Donny’nin bitmez tükenmez komedyenlik hayallerine ve girişimlerine tanık oluyoruz.
Başlangıçta ünlü bir avukat olduğunu söyleyen Martha, her yere bulaşıklar, yemek siparişlerinden kalan kutular, artıklar, kağıtlar ve envai çeşit materyal yığılmış olan “çöp evde” yaşıyor, orada eski püskü bir bilgisayardan, imlası aşırı bozuk bir dille mesajlar gönderiyor.
Altlarına her seferinde aslında iPhone’u olmadığı halde “iphone’umdan gönderilmiştir,” notunu düşmeyi de ihmal etmiyor.
Gitgide Martha’nın karanlık dünyasıyla, sapkınlığıyla ve kendisine karşı beslediği zaafıyla tanışan Donny, başlarda zararsız gördüğü kadının taciz suçundan sabıkalı olduğunu öğrenince dünyası başına yıkılıyor.
Ancak polise gitmekte de tereddüt ediyor, çünkü Donny’nin korkuları, kimseye anlatmadığı travmaları var. Dizi, bu noktada Donny’nin yaşadığı bu acıları da gözler önüne sermeye başlıyor.
Hikayenin derin kırılma noktası ise “izlenmesi oldukça güç” olan dördüncü bölümde ortaya çıkıyor. Festival için gittiği Edinburg’da 25 yaşlarındayken bir barda skeçler sunan Donny, Darrien (Tom Goodman-Hill) adlı tanınmış senaryo yazarıyla tanışınca dünyası kararıyor.
Bu korkunç deneyimin anlatıldığı bölüm, Donny’nin tacizci Martha’ya karşı çaresizliğinin sebeplerini de gözler önüne seriyor.
Öykü, bu bölümlerde dramatik anlarla güçlenirken, işin aksiyon tarafındaysa da Martha Scott var.
Martha, artık sadece Donny ile değil yakın çevresiyle de uğraşmaya başlayınca kendimizi Stephen King imzalı Misery’ye benzer bir örüntünün, gerilim dolu bir hikayenin ortasında buluyoruz.
Dizi, bunları anlatırken “kara komedi” çizgisinden de ödün vermeyerek bu doğrultuda tansiyonu artırmayı sürdürüyor. İzleyiciyi tek bir türün içine hapsetmekten özenle kaçınıyor ve gülümsetmeyi de ihmal etmiyor.
Donny’nin yaşadığı sorunlar Martha ile de sınırlı değil. Teri (Nava Mau) isimli bir trans bireyle romantik bir ilişkiye başlayan adam, burada da bir kıskaca giriyor. Çünkü hayatta “kurban” rolünü benimsediğinden bunu bir türlü terk edemiyor.
Teri, kendilerine zarar veren Martha yüzünden Donny’ye baskı yaparken, Kemal Sunal’ın, Nevra Serezli ile başrolü paylaştığı Kılıbık filmindeki gibi sürekli “Karakola gitsene be adam,” diye sıkıştırıyor. Ancak Donny de Kamil gibi bir türlü polise gidemiyor.
Zaten ilişkinin dinamiğine inersek, cinsel yönelimi konusunda kafası karışık Donny ile cinsiyet değiştirmesi yüzünden güvensizlik yaşayan Teri, yolunu kaybetmiş, birbirine uyumsuz bir çift.
Buyurgan, zorba karakterlerle başı dertte olan Donny, sürekli savunmada olduğu için aslında ilişkisinde de kendini rahat hissedemiyor.
Teri, sık sık psikolog olduğunun altını çizse de kendini her reddedilmiş hissettiği anda Donny’yi örseliyor, ondan hesap soruyor, kendini kötü hissetmesine neden oluyor.
Baş kahramanın yolculuğu, bu noktadan sonra Stockholm Sendromu’na doğru evriliyor. Öykü, ilginç bir twist yaparak Donny ile Martha’yı farklı bir yöne sürüklüyor. Çünkü Donny de onu merak etmeye başlıyor, daha doğrusu neden böyle yaptığını…
Donny Dunn, her ne kadar içinde bulunduğu durumdan nefret etse de “gerçek bir tutunamayan” olduğundan aslında Martha’nın mesajlarındaki övgülerle de güçleniyor, özgüveni artıyor.
Bu kaosun yarattığı dev patlamayla da hikayenin son dönemecine doğru ilerliyoruz. Ancak travmalarını itiraf etmesi bile onu tam manasıyla tatmin etmiyor, edemiyor.
“Ünlü olursanız kimse sizi yargılayamaz, hakkınızda hükümlerde bulunamaz,” diyerek şöhret olmaya kafayı takan Donny, sonunda “Bir şeyi başarınca size uygun olmadığını da anlıyorsun,” diyerek yine hep bildiği noktaya kaçıyor.
Çünkü travma tanıdık, karanlık yerler bildik, kötü, aslında Donny de orada rahat. Başka türlü bir hayatı bilmiyor, bu nedenle de tekrar tekrar kurban olduğu senaryolara dönüyor ve bu noktada hiç beklenmedik bir ziyaret yaparak da izleyiciyi şaşırtıyor.
Final sekansında Martha’nın neden böyle olduğunu çözmesi ise ona sonunda özlediği aydınlığı sunuyor. Hatta Martha’nın kendisine neden “küçük ren geyiği” ismini taktığını dahi öğreniyor.
Sonuç olarak Baby Reindeer, yedi bölüm boyunca bir tacizci ile kurbanının öyküsü çerçevesinde seyirciye farklı bir evrenin kapılarını açıyor. Kara komedi, psikolojik drama ve gerilim üçgeninde geçen hikaye, çok incelikli senaryosuyla bunu başarıyor.
Richard Gadd’in üstün performansıyla taçlanan dizide, Martha Scott rolündeki Jessica Gunning de Misery’nin Annie Wilkes’i rolündeki Kathy Bates ve Fatal Attraction’ın Alex Forrest’ı Glenn Close’u anımsatarak rolü oynamıyor, adeta yaşıyor.
Mekanların da başarıyla kullanıldığı dizi, türler arası gidiş gelişleri, artan tansiyonu, sürükleyiciliği, dramatik iniş çıkışları ve karakterlerin iç dünyalarını yansıtmadaki başarısı ile öne çıkıyor.
Son dönemin en çarpıcı yapımlarından olan bu başarılı ve farklı diziyi mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
Yorum Yapılmamış: "Baby Reindeer: Biri beni takip ediyor"