Burcu B. Bilgin
(8.5/10)
Hollywood’un en başına buyruk ve kural tanımaz yönetmeni Quentin Tarantino, 10 filmden sonra sinemayı bırakacağını açıklamıştı.
İşte sondan bir önceki 9. Tarantino filmi Bir Zamanlar Hollywood’da/Once Upon a Time in Hollywood, bu nedenle beklenti çıtasını en tepeye koydu.
Cannes’a festival yöneticilerinin ısrarıyla güç bela yetiştirilen film, Türkiye’de gösterime gecikmeli girdi. Filmi vizyondaki ilk gününde izleyip sizler için değerlendirdim:
Tarantino’nun Zincirsiz/Django Unchained filminde çalıştığı Leonardo DiCaprio ile Soysuzlar Çetesi/Inglorious Basterds’da başrolü verdiği Brad Pitt, filmin merkezinde yer alıyor.
Bounty Law adlı dizideki Jake Cahill rolüyle şöhrete kavuşan, ancak yaşı ilerledikçe karakter rolleri verilmeye başlanan Rick Dalton (DiCaprio), dublörü Cliff Booth (Pitt) ile kader arkadaşlığı yapıyor.
1969’da geçen filmde, Rick, Hollywood’daki zengin mahallesindeki kiralık evinde, ünlü yönetmen Roman Polanski (Rafal Zawierucha) ve oyuncu eşi Sharon Tate’le (Margot Robbie) komşu.
Öyle ki aslında Tate’in “Manson ailesi” tarafından 9 Ağustos 1969 tarihinde hamileyken katledildiği evin bitişiği burası.
Film, Marvin Schwarz (Al Pacino) adlı bir aracının Rick’e İtalya’da çekilecek Western filmlerinde rol ayarlamak için dil döktüğü sekansla başlıyor.
Artık kötü adam rolleri oynadığı için kendini zaten çok kötü hisseden Rick, teklife soğuk bakarak Cliff ile oradan çıkıyor ve macera başlıyor.
Tam da aynı gün eve giderken yolda gördüğü Polanski’nin komşusu olduğunu öğrenen Rick, “Vay canına Hollywood’un en iyi yönetmeniyle komşuyum” diyor.
Böylece Tarantino, belki de kural tanımazlığıyla kendine yakın hissettiği Polanski’ye hayranlığını dillendiriyor.
Şöhretli ailenin yanındaki evde olmaktan daha da ezilen Rick, yine bir başka kötü adam olan Caleb’i canlandıracağı Western filminin setinin yolunu tutuyor.
Rick ne kadar ağlayıp sızlasa da aslında durumu onunkinden zor olan Cliff, buna karşın “cool tavrını” bozmayan biri.
Karısını öldürdüğüne inanılan, ancak bir şekilde suçlamadan kurtulan Cliff’in öyküsüyle de Tarantino, eşi Robert Wagner’ın öldürdüğüne inanılan Natalie Wood’un trajik sonuna gönderme yapıyor.
Bu yüzden piyasada pek sevilmeyen Cliff, artık Rick cephesinden de pek dublörlük işi çıkmadığından onun ayak işlerini yapıyor.
Rick’in şoförlüğünü yapan, arabasını yıkatan, tamir ettiren, evinin ihtiyaçlarını gideren, antenini tamir eden Cliff, kendisi ise kenar mahallede tek göz odada köpeği Brandy ile yaşıyor.
Can yoldaşı Brandy’ye eğitim vermek için mamasını kabına koyarken gık bile dememesini isteyen, ancak ona “Günün nasıl geçti canım?” diyecek kadar da sevgi duyan Cliff, 24 ekran TV’si, dolabında üç beş birası, makarnaya talim eden yaşantısıyla tam bir yoksul sinema emekçisi.
Final sekansında ve film içinde adeta “rol çalan” pitbull Brandy ise alkışı sonuna dek hak ediyor.
Dublör Cliff’e de görev verilmesi için dublörlerin sorumlusu Randy’ye (Kurt Russell) dil döken Rick başarılı olsa da Cliff, burada Bruce Lee (Mike Moh) ile dalaşıp onu dövüyor.
Neden Lee gibi bir efsaneyi bir Vietnam gazisi dublöre dövdürdüğünü anlamasak da Tarantino’nun kafası işte böyle tuhaf çalışıyor.
Ayrıca Lee oldukça karikatürize de edilirken, Tarantino bir kez daha eleştiri oklarının hedefi olacak bir tutum içine girmiş oluyor.
Hateful Eight filminde Jennifer Jason Leigh’e yönelik şiddet sahneleri sebebiyle kadın hakları savunucularının eleştiri yağmuruna tuttuğu Tarantino uslanmayarak bu defa da Lee hayranlarını karşısına alıyor.
Sonrasında oldukça uzun dakikalar boyunca Rick’in film çekimlerini izliyoruz.
Film genel tavrıyla Amerikan B filmleri (Hollywood’un Altın Çağı denilen dönemde çekilmiş düşük bütçeli, yıldız oyuncuların olmadığı yapımlar), Spagetti Western filmler, az bütçeyle çekilmiş dizilere saygı duruşu niteliğinde.
Tarantino, bu sebeple Rick’in çektiği filmin doğuşunu adeta belgesel gibi izleyiciyle buluşturuyor.
Kötü bir psikolojiyle sete gelen Rick’in 8 yaşındaki rol arkadaşının verdiği motivasyonla geçirdiği dönüşüm ise filmin en vurucu ve DiCaprio’nun zirveye çıktığı bölümlerinden.
Küçük oyuncu Julia Butters bu sahnelerde inanılmaz bir performans sergilerken, geçtiğimiz aylarda felç geçirerek aramızdan ayrılan Luke Perry de bu sekansta yaşamında son kez bir filmde görünüyor.
Filmin en beğendiğim sekansı ise Cliff’in Manson ailesinin ikamet ettiği Spahn Film Çiftliği’ne ziyareti.
Cliff, hippi gençleri ikna ederek akıl almaz cinayetler işleyen Manson’ın yarattığı koloninin yaşadığı çiftliği, Rick ile çektikleri diziden biliyor ve çiftlik sahibi George Spahn (Bruce Dern) ile görüşmek istiyor.
Gypsy (Lena Dunham) ve Squeaky Fromme’un (Dakota Fanning) yanı sıra, Tate’in katillerinden Charles “Tex” Watson’ı (Austin Butler) da bu sahnede izliyoruz.
Bu sekansta Brad Pitt’in sade oyunculuğu ve başarılı performansı zirve yapıyor. Manson’ı (Damon Herriman) ise sadece Rick’in evinin çevresinde bir arkadaşını sorduğu tek sahnede görme fırsatımız oluyor.
Tarantino’nun belki de duygusal davranarak Tate’i bir Disney prensesi gibi resmetmesi sebebiyle Margot Robbie filmde fazla bir varlık gösteremiyor.
Sadece Dean Martin ile çevirdiği filmi izlemek için sinemaya gittiği sahnede biraz göz dolduruyor.
Yine Hollywood’un Altın Çağı’nda Playboy malikanesindeki bir partidede de efsane aktör Steve McQueen (Damian Lewis) yer alıyor.
Bu arada, Polanski ile evlenmeden önce Tate ile flört eden McQueen, aslında ünlü yıldızın öldürüldüğü gece evindeki partiye çağrılmış, ama gitmemiş. Bu şekilde de ölümden kıl payı dönmüş.
Tarantino’nun “canının istediği gibi” kurgulaması sebebiyle biraz dağınık ilerleyen film, Rick’in İtalya’daki film serüveninin ardından zekice tasarlanmış final sekansına geçiyor.
Bir Zamanlar Hollywood’da, gelmiş geçmiş en sürprizli film finallerinden birine sahip.
Öyle ki film finaliyle Tarantino’nun gözünden “resmi tarihin” değişimine de sahne oluyor ve nihayet filmin sonunda “Tarantino usulü” kan görüyoruz.
Sonuç itibarıyla, alışılmış bir film yok karşımızda. Daha çok Tarantino’nun Hollywood’un Altın Çağı’na saygı duruşunu izliyoruz.
1960’ların sonunu alnının akıyla beyazperdeye getiren Tarantino, sanat yönetmeni Barbara Ling, kostüm tasarımcısı Arianne Phillips ve görüntü yönetmeni Robbie Richardson’ın da katkılarıyla sinema dünyasına bir yarı belgesel armağan ediyor.
156 dakikalık süresi ve parçalı ilerleyen kurgusuyla soluk soluğa tempoda film izlemeyi sevenlere hitap etmese de film, Tarantino’nun Hateful Eight ile beraber en deneysel iki işinden biri.
Sona yaklaşırken, kafasına göre takılan Tarantino’nun sinemasına gönül verenler, sinema tarihine merak duyanlar, dev bir kadroyu izlemek isteyenler ve en önemlisi deneysel filmler seyretmekten hoşlananlara tavsiye ederim.
Hollywood’un son süper starı kabul edilen Leonardo DiCaprio ile artık yetkinliğinin zirvesine çıkan Brad Pitt’i bir yıldızlar kadrosu eşliğinde izlemeyi kaçırmayın derim.
1 Yorum: "Bir Zamanlar Hollywood'da: Tarantino yazarsa"
Nisani Koç 24 Ağustos 2019 (14:07)
Seyretmeye meyillendiren dupduru bir yorum. Gideceğiz.