Burcu B. Bilgin
(4.5/10)
Netflix’in merak uyandıran yeni yerli projesi Geleceğe Mektuplar izleyici karşısına çıktı.
Mini diziyi izleyip sizler için değerlendirdim:
Senaryosunu, Kulüp adlı Netflix dizisinde ailesinin yaşadıklarını kaleme alan Rana Denizer’in yazdığı Geleceğe Mektuplar’ın yönetmeni Cenk Ertürk.
O3 Medya imzasını taşıyan dizide Gökçe Bahadır, Erdem Şenocak, Onur Tuna, Selin Yeninci, Saygın Soysal, Güneş Nezihe Şensoy, İpek Türktan, Can Bartu Aslan, Kerem Alp Kabul, Nilüfer Bayraktutan, Çağıl Aydıner, Deniz Bakacak, Berk Özgür, Banu Fotocan, Pelin Karahan ve Yusuf Akgün rol alıyor.
Dizi, 2023 yılında Alzheimer’lı emekli edebiyat öğretmeni Fatma Ayar’ın (İpek Türktan) hastalığının kötüleşmesinin ardından onun geçmişine dair ipuçları arayan kızı Elif’in (Güneş Nezihe Şensoy) annesinin eşyaları arasından eski mektuplar bulmasıyla başlıyor.
PTT’nin 20 yıl önce başlattığı “Geleceğe Mektuplar” kampanyası kapsamında okulda oluşturduğu edebiyat kulübü öğrencilerinden kendilerine yazılmış birer mektup yazmalarını isteyen Fatma Öğretmen, önemli bir sırrın da kapılarını açıyor.
Zira bu mektuplar arasından biri de bizzat Elif’e bundan 20 yıl önce ona lise yıllarında hamile kalan annesi tarafından yazılmış olduğundan genç kız, mektubun sahibini aramaya koyuluyor ve macera başlıyor.
Aslında senaryosu iyi sayılabilecek bir fikre yaslanan dizi, ilk bölümü iyi kötü kotarsa da ikinci bölümden itibaren mantık hataları, herhangi bir sonuca gitmeyen ipuçları, dağınık senaryo ve hikayedeki sayısız tutarsızlıkla yolunu kaybetmiş bir gemi gibi bir oraya bir buraya savruluyor.
Kulüp dizisiyle hatırı sayılır bir başarıya imza atmış olan Rana Denizer, tür değiştirmesinden midir bu kez kendi öyküsünü anlatmadığından mıdır bilinmez çalakalem yazılmış bir senaryoya imza atıyor.
Bunun ilk etkilerini 2003 yılındaki lise sınıfından görmeye başlıyoruz. 1985 yapımı Kahvaltı Kulübü/Breakfast Club filmine benzer bir ton tutturulmaya çalışılsa da birbiriyle dost mu düşman mı olduğu belirsiz bir gruba yaslanan hikaye hiç mi hiç kendine inandıramıyor.
Sırf kilolu olduğu için ergen zorbalığına uğrayan Banu (Nilüfer Bayraktutan), hırpalanmaktan sıklıkla yakın arkadaşı Seda (Çağıl Aydıner) sayesinde kurtuluyor.
Ancak Banu’nun zorbalanması noktasında kimi sorunlar var. Başta hoşlandığı Mert Tezvar (Can Bartu Aslan) tarafından kötü davranışlara maruz kalan Banu, bir bakıyoruz ki başka öğrencilerin sataşmalarından bizzat Mert tarafından kurtarılıyor.
Arkadaş grubunun dinamiği dizi içerisinde nedense sürekli değişiyor. Öyle ki Seda, sonlara doğru kızlar tuvaletinde rastladığı Zuhal Tunalı’ya (Deniz Bakacak) oldukça kötü davranıyor ve “Mecburen sınıf arkadaşıyız. Onun dışında arkadaş değiliz,” diyor.
Halbuki son bölümde birbirinden hiç ayrılmayan, ne olursa olsun destek olan, can ciğer kuzu sarması bir grup oldukları, hatta beraber kampa gittikleri gösteriliyor. Bir bölümde kan kardeşi bile oluyorlar. Yani senarist bir türlü karar veremiyor.
İlk bölümlerde hikayenin merkezi Seda gibi görünse de daha üçüncü bölüme varmadan konunun bağlandığı noktanın Seda ile çok da ilgisi olmadığı anlaşılıyor.
O ana kadar sadece Seda değil ablası (Pelin Karahan) ve eniştesi (Yusuf Akgün) üzerine inşa edildiğini düşündüğümüz öyküden bütün bu karakterler öyle bir jet hızıyla çıkıveriyor ki başımız dönüyor. Senarist burada ters köşe yaptığını zannederken sadece dikkat dağıtıyor ve öyküsünde bir süreklilik tutturamıyor.
İş bu noktaya kadar gelmişken bu kez merkeze Zuhal, yani gelecekteki influencer ismiyle ZT (Gökçe Bahadır) oturuveriyor.
Aynı anda gelecekte Banu’nun (Selin Yeninci) da zengin bir adamla yaptığı evlilik sonucu oldukça iyi maddi koşullara kavuştuğunu, hatta lisede çok zengin olan Murat’ın (Kerem Alp Kabul/Erdem Şenocak) da onun yanında çalıştığını öğreniyoruz. Alın size bir Yeşilçam melodramı: Küçük Hanım’ın Şoförü.
Bu arada, Netflix dizilerinin son dönemde ülkenin atmosferini yabancı izleyiciye pazarlamak amacıyla senaryolara yerleştirdiğini fark etmemek de mümkün değil.
İşte bu noktada seküler karakterlerle mütedeyyinleri karşı karşıya getiren bir diyalog Zuhal ile Banu’nun eşi arasında geçiyor. Öyle ki Zuhal, tokalaşırken adama “Oo el de sıkıyorsunuz,” deyiveriyor.
İstanbul Ansiklopedisi dizisindeki başını bir açıp bir kapayan protagonistin ardından Banu da bu zincire bir başka halka olarak ekleniyor.
Eşinin “ticari bağlantıları” nedeniyle kapanmaya zorlandığını itiraf eden Banu, tesettürlü mü değil mi onu anlamak da mümkün değil. Dubaili zenginler gibi örtüyü hafifçe başının yarısına tutturan Banu’nun görüntüsü, alıştığımız tesettürden oldukça uzak.
Banu konusundaki bir başka sıkıntı da onu canlandıran Selin Yeninci’nin devamlı yüzünde tuhaf bir gülümseme ile konuşmadan öylece durup kameraya bakması.
Bu gülümseme öyle tekinsiz ki lise yıllarında herhangi birini öldürüp bir yere gömdüğünü ve sonradan bu sırrın ortaya çıkıvereceğini zannediyoruz.
Diğer taraftan oynadığı her karaktere başarıyla giren Erdem Şenocak da burada çok garip bir görüntü sergiliyor. Hatta ilginçtir ilk göründüğü sahnede Banu’nun dindar eşinin o olduğunu sanıyoruz.
Almanya’ya yerleşip lisede basketbol hocası olan Cem’in (Onur Tuna) Banu ile ilişkisi de yine aynı mantıksızlık çerçevesinde gelişiyor. Cem’in mektubunda “Bakire doğdu, bakire ölecek. Çünkü şişko,” diye bahsettiği Banu’nun ilk mesajını alır almaz ona aşık olması ve bu nedenle İstanbul’a yerleşmesi de çok enteresan.
Zaten “dikkatsiz bir izleyicinin” dahi henüz üçüncü bölümden çözdüğü Elif’in annesi sorunsalı, senarist Denizer’in şaşırtmaca ve sürpriz zannettiği sayısız sekansla devam ediyor.
Bu ters köşe olduğu düşünülerek yapılan salvolardan biri de Zuhal ile Levent (Saygın Soysal) arasındaki bağ. Ne olduğu baştan anlaşılmasına karşın ikisi arasındaki durum, Zuhal’e bölüm sonunda açıklatılarak güya bomba etkisi yaratıldığı zannediliyor.
Bölük pörçük ilerleyen, flashback ve flash forwardlar da akışa düzgün yerleştirilmediği için parçaların birbirini tutmadığı bir bütüne dönüşen dizinin en önemli merak unsuru olabilecek konularından biri de bozuk para gibi harcanıyor.
Grubun liderliğine oynayan Ahmet Köse’nin (Berk Özgür) öyküsü geliştirilmiyor ve gelecekte spor konusundaki hayallerinin gerçekleşip gerçekleşmediğini de öğrenemiyoruz.
İlerleyen sahnelerde Ahmet’i sadece tek bir sahnede görüyoruz ve nedense gelecekte ona ait herhangi bir şey sunulmuyor. Seda’nın ablası bile senaryoda daha ağırlıklı kalıyor.
Bu durum da karakterin yirmi sene öncesinde neden bu kadar konu edildiğini akla getiriyor. Lakin senaryo zaten o kadar tutarsız ki normal sanırım.
Edebiyat öğretmeni Fatma Ayar’a gelecek olursak öğrencileri tarafından çok sevilen ve örnek alınan bir öğretmen gibi gösterilse de aslında o da ilginç bir karakter.
Fatma, ailesini erken yaşta kaybeden, burslu öğrenci Zuhal’in boynundaki annesine ait kolyeyi çekerek koparıyor ve yıllarca geri vermiyor. Bu arada kolye takma böylesine yasakken mavi saçların serbest olması da bir başka merak unsuru.
Gitgide daha da boğucu bir hal alan ve tekrarlara düşen senaryo, Netflix yerli projelerinde sıkça rastlanan kötü bir alışkanlıkla son bölümde hızlı bir şekilde sonuca bağlanıveriyor.
Sürekli Zuhal’in şımarık influencer hallerini, Banu’nun uzun bakışmalarını, Cem’in senaryodaki etkisizliğini, sırf Feridun Düzağaç görünsün diye eklenen sahneleri izlediğimiz dizi, her şeyi şipşak sonuçlandırıveriyor.
Edebiyat kulübü öğrencilerinin bize birbirinden ayrılmayan sıkı dostlar gibi pazarlanmaya çalışıldığı ve sözde duygusal bir atmosfer yaratılmaya çalışılan son bölümü ise hiç kimse ayakta tutamıyor.
Selin Yeninci’nin de katkısıyla Banu karakterine de gitgide bileniyoruz ve kesinlikle sempati besleyemiyoruz. Son bölümde de Murat, restoran sekansının sonunda bu konuda adeta bombayı patlatıyor: “Allah belanı versin Banu”
Oyunculuklara gelecek olursak Gökçe Bahadır’ın diziyi sırtlama çabaları, ortada böyle kötü bir senaryo varken sonuç vermiyor.
Yılların iyi oyuncuları Erdem Şenocak ve Saygın Soysal da rollerine ısınamamış, bitse de gitsek havasında bir oyunculuk sergiliyor. Onur Tuna varlık gösteremezken, Selin Yeninci de performansıyla zaten kötü olan diziyi iyice dibe çekiyor.
Dizinin genç kadrosu ise yetişkinlere oranla daha başarılı bir oyunculuk sergiliyorlar. Başta Banu’nun gençliğini canlandıran Nilüfer Bayraktutan bu kadronun en iyisi.
Ahmet Köse rolündeki Berk Özgür, Murat rolündeki Kerem Alp Kabul ve Seda’yı canlandıran Çağıl Aydıner genç kadronun diğer iyileri. Hikayenin merkez karakteri olmasına karşın Elif rolündeki Güneş Nezihe Şensoy ise çok tutuk.
Sonuç itibarıyla Geleceğe Mektuplar, yerli ekranda etki yaratan bir gençlik dizisi olması amacıyla çıkılan yolda çok başarısız oluyor.
Senaryosu tutarsız, kopuk, mantık hatalarıyla dolu ve oldukça sıkıcı atmosfere sahip olan dizi, son bölümünde de klişe bir finalle bitiyor.
Ortaya ne gençlik ne de yetişkin dizisi olabilecek bir materyal koyamayan Geleceğe Mektuplar, iyi bir fikirle yola çıkıyor ama yolda dört lastiği patlamış bir otomobile dönüyor.
Bir Netflix Türkiye alışkanlığıyla iyi bir kadro yine kötü bir hikayenin içine sokuluyor, her zamanki gibi çok tanıtım yapılıyor ve yine dağ fare doğuruyor. Sonuçta bir şey değişmiyor.
Kimler Geldi Kimler Geçti, Zeytin Ağacı gibi yapımlarda en azından farklı mekanlarda gezintiye çıkaran, hiç olmazsa güzel kıyafetler eşliğinde görsel olarak izleyiciyi tatmin eden dijital platform, bu kez onu bile başaramıyor.
Dolayısıyla yine boşa harcanan paralar, sadece ünlü oyunculara sırtını dayamış kötü bir projeyle karşı karşıyayız. Boş zaman geçirmek için dahi izlenmesini tavsiye etmiyorum.
1 Yorum: "Geleceğe Mektuplar: Bomboş bir macera"
Arzu Şener 30 Temmuz 2025 (00:58)
Çok güzel ve yerinde tespitler yapmışsınız.Ancak Onur Tuna’nın canlandırdığı karakterin adı Cem değil Mert .Bu emek dolu güzel yazınızın nazar boncuğu diyelim .