Garine B. Seropyan
Öncelikle merhabalar. Ben Gurbet Kuşu. Gurbet baki, kuşluk da öyle. Ne yapalım hayat işte, bilemiyor insan o mendeburun insanı nerelere savuracağını… Benim görevim, sevgili patron ve saygıdeğer okuyan, elbette kabul ederseniz, kendi dilimde, kendi meşrebimce, kendi tarzımda baĞzı diziler hakkında çiziktirmek. Benden öyle, bizim minnak kadın, Big Boss kedi patronumuz gibi düzgün kelamlarla, kronolojik, düzenli, arşivsel ve bilgi dolu yazılar beklemeyin, peşin peşin söyleyeyim, ya da yazayım.
Hani, Big Boss dediydi ya-siz bilmezsiniz, o bana dediydi-Mavi Boncuk filminin final sahnesi misali düşündük, “kimse okumazsa biz okuruz”. Bu minvalde yazacağımdır, arz ederim, talebim yoktur. Ek olarak, uzatmayayım diye, bu dizi ne zaman, hangi kanalda yayınlandı, kaç sezon sürdü, oyuncuları, senaristi, yönetmeni kimdi, bu dizide kimler parladı vb. bilgiler zaten internette var, meraklısı arayıp bulur, ben de google’layıp yazacağım nasılsa, ne hacet, unutup gideceğiz nasılsa, boş yapmayayım hiç.
Bu arada, yazdıklarım okuyan olursa, mutlaka “eee şu dizi de vardı” diyenler çok olacaktır. Ama maalesef, çok dizi izleyen biri olsam da hepsine yetişememiş olabilirim. Bu yüzden ben sadece izlediklerimi, ve hatta özellikle de severek izlediklerimi yazacağım.
Bu iş benim mesleğim değil, hobim, bu yüzden arşiv, kronoloji veya bilgi dolu yazılar yerine yüreğimde yer eden dizilerden bahsettiğim yazılar yazabileceğim. Özellikle de televizyonda, abuk subuk saatlerde tekrarlarına denk geldiğimde zaplamadan “hiç izlememiş gibi” izleyip onuncu tekrarda dahi keyf alabilmek benim kriterim sanırsam. Bir de insan hafızası pek nankör, bazen birini veya bir diziyi google’larken “aaaa bir de şu dizi vardı ne güzeldi” dediğim de olmuyor değil. Onları da yazdıkça not ediyorum, ilerleyen yazılarda artık.
Hep yazmak isterim ben. Konu değişir, ilgi alanı değişir, yemekten iç dökümüne, içmekten diyete, güncelden historiğe, geziden biyografiye, daldan dala atlarım, her dalda da uzunca konaklarım. Ancak yazma hevesim, arada sekteye uğrasa da asla değişmez.
Değişmeyen birkaç şey daha vardır. Öncelikle gramatik ve anlamsal olarak doğru düzgün yazmaya çalışırım. Ve fakat, yazı dilim de konuşma dilim gibidir. Eskiden beğenmediğim devrik cümleler, yarım kalan konular, daldan dala atlamalar bende gani gani artık, demedi demeyin.
Küfürlü yazarım aslen, ama bizim minnak hatun Big Boss’un edebine, adabına, çocuğu gibi sevdiği sitesine ve neticesinde adına halel gelmemesi için “düzgün” ve “edepli” yazmaya çalışacağım amma ve lakin siz yine de beklentiyi düşük tutun da, arada klavyemden kaçar bir şeyler. Eh, netçe itibarıynen, mabada mabad diyen insanlarız, bu da böyle biline.
Evet, ben seviyorum sıcacık dizileri. Bu furya belki Bizimkiler ile başlamıştır. O dizi o kadar gerçekti ki, bu yazımda bahsedeceğim daha yeni dizilerle kıyaslamam yanlış olur ama dizideki karakterlerin gerçekliği (tamam, oyuncu başarısı da olabilir, yazar veya senarist başarısı da, bu konuda bilgisizim, sadece bende uyandırdığı hissiyatı size aktarabilirim aile ve apartman hayatını bire bir gerçek yansıtması, ne bileyim, dizideki sorunların bizim de sorunlarımız olması, yalaka elemanın bize birini hatırlatması vs vs vs. kimi zaman bunların bazıları, kimi zaman da hepsi diziyi benim için “sıcacık bir aile dizisi” yapıyordu. Hani Pazar akşamları, henüz “Pazartesi Sendromu” kavramına yabancı olduğumuz dönemlerde, ailece oturma odasındaki (veya evin salonuna giriş vizesi olmayan evlerde salonda) koltuklarda kaykılıp çekirdek veya yemek ertesi meyva eşliğinde izlerdik, kah güler kah ağlar gibi olur ama çaktırmazdık ya kimseye, işte öyle bir şey.
Sıcak dizilerden bahsetmeye sondan başlayayım. En taze bilgileri en önce yazayım bari.
GÜZEL GÜNLER
Kaç zamandır izlediğim ve maalesef yaz başı final yapan bir dizi var. Evet, tipik Türkiş dizi literatüründe bolca görüp dizilerin gerçekliğine inanmamızı zorlaştıran “hadi leyn, bu kadar da tesadüf olmaz, yok devenin bale pabucu” şeklinde bir senaryo ve olaylar zinciri bu dizide de vardı ama bu, şükür, dizinin sıcaklığından bir şey kaybettirmedi, en azından benim soğuyan yüreğimde.
Kendimi tanıtmaya çalıştığım paragrafta yazdıydım, tekrara girecek ama yine de vurgu olması açısından yeniden yazayım ben. Şimdi yazımı isim ve kronoloji ile uzatmayayım, meraklısı açar bakar gerekli sitelerden, onları herkes yazıyor ve fakat aklımızda ve yüreğimizde kalanı yazmayı tercih edeceğim ben.
Dizi, öncelikle konusu ve karakterlerin ismi ile ilgimi çekti. Akdamar, pardon, Aktamar, yoksa Ahtamar mıydı o? Ay ama ben Ahtamar diyeceğim, siz doğrusuna kendiniz karar verin. Olayların başı Van’a, Ermeni bir ustaya (Setrak Usta, ahanda aklımda kalmış ismi) ve birkaç aşk hikayesine kadar uzanıyordu. Bir kere kadro benim için süperdi. Muhtelif dizilerde değişik karakterlerle gönlüme taht kuran birkaç isim vardı.
Mesela, hayatımıza Bir Demet Tiyatro ile giren, bence efsane oyuncu Binnur Kaya. Benim yüreğimde Türk sinemasının dört yapraklı yoncasının bazı yapraklarından çok daha kıymetlidir. İlerki yazılarımda kaleme alacağım drama dizi ve filmlerinde gösterdiği üstün performansı bir yana, tipik bir “tavuk suyuna çorba” sıcaklığında ve iyileştiriciliğindeki dizilerde (benim en sevdiklerim, o yüzden bunlarla başladım) ben Binnur Kaya’yı izlerken çok mutlu oluyorum.
Bazen “sersemce” anlayamamaları, bazen “saftorik” inanmaları, çoğu zaman da şevkatli sarılmaları, sanki ablamı izliyormuşum, sanki pek de sarılamadığım anneme sarılıyormuşum veya bir dostumun sevgisini hissediyorum gerçekliğini aktarıyordu bana. Aktarıyordu, çünkü bu dizi final yaptı. Evet, aşırı üzgün, çok bedbaht, ziyadesiyle mutsuzum sevgili okuyan.
Bir numara Binnur Kaya ise, benim göynümde iki nümero da Ecem Erkek olabilir. Yeni neslin yükselen ışığı, komedinin bence çok başarılı oyuncusu kendisi. Güldür Güldür’deki performansını ben epey geç gördüm ama kendisini ilk kez Hayat Sırları adlı maalesef kısa ömürlü dizide tanımış ve çok sevmiştim.
HAYAT SIRLARI
Yine sıcak bir aile dizisi ve yine maalesef kısa ömürlü oldu. Başta bahsettiğim o “saçma tesaadüflerin zincirleme tamlaması” bu dizide de vardı ama özellikle Devrim Yakut, Ahmet Mümtaz Taylan, Ecem Erkek ve Olgun Toker, oyunculukları ile diziyi epey kotardılardı.
Kült dizi klasmanında saydığım Kuzey Güney’de ilk kez izlediğim “Simay” karakteri de (Hazar Ergüçlü) bu dizide başrolü kapmıştı ama sevimli bir karakterdi en azından. Yine benim gözümde güzel bir kült dizi olarak yer almış “Hayat Şarkısı”ndan tanıdığım Olgun Toker (Kemal Kuzgun karakteri) bu dizide de “Güzel Günler”deki gibi komik bir ağabey karakteri idi. Yine severek izlemiştim ve fakat yine bu tip diziler gibi kısa sürede tedavülden kaldırılmıştı. Üzmüştü.
CANIM AİLEM
Hadi biraz daha eskilere gidelim. Uğur Yücel’i tutup koyun bir aile komedisine, sonra seyreyleyin eğlenceyi. Bu dizide Şebnem Bozoklu faktörünü asla es geçemem. Şehla gözleriyle Uğur Yücel’e aşık aşık bakışları, çiftin “Sevgimizin Aşkımızın Üstünden…” eşliğinde dansetmesi, o karşılıklı evlerde camdan camanın candan cana oluverişi, üstüne de sos olarak diğer aşklar, Ezgi Mola katkısı, yeniyetme Funda Eryiğit faktörü.
Tüm bunlar bir araya gelince öyle güzel, öyle sıcak bir dizi çıkmış ki ortaya, tadından yenemiyordu. Yayınlandığı dönemde, bu tip diziler sözkonusu olduğunda pek de karşımıza çıkmayan “aaaa bi’ssürü arkideşim de izliyomuş” tepkim de su yüzüne çıktı.
ARAMIZDA KALSIN
Bir önceki paragraftaki Uğur Yücel hakkında yazdığımı alın, hah işte ona bir de Binnur Kaya ekleyin. Ya hu böyle şahane bir ikili daha yok Türk komedi dizisi tarihinde. Hayır, ciddiyim, ben dev hastalarıyım kendilerinin. Keşke daha çok görsek.
Bu dizideki aile ortamı ise daha bir geniş, yanlarında çalışan yardımcı Hatçik (Ayça Damgacı), sonradan diziye katılan, nişanlısı rolündeki Battal (Uğur Serhan) karakterleri benim için bu dizinin en şahane renkleriydi. Evdeki halalar (Hikmet Körmükçü ve Bilge Şen), elbette ki Yadigar (Gökçe Bahadır) ve Civan (Caner Cindoruk), özellikle çocuk oyuncular Aybars Kartal Özson (Yunus) ve Melis Mutluç (Yaren) diziye şahane renkler katmışlardı.
Ben özellikle, “Kalbimdeki Deniz” bayıcı dizisinde görmekten ööööğğğk gelen o evi, ekrandan yüreğimize bulaşabilecek kadar gerçek aile sıcaklığı ile hatırlamaktan mutlu oldum. Hüsne ve Ba’attin’in ellerinde büyüyen, kızları sayılan yardımcıları Hatçik’i evlendirirkenki hüzün, sürekli sekteye uğrayan Yadigar ve Civan aşkı, ve bence dizinin efsane sahneleri, yemek masaları. Hele ki Hüsne’nin taze soğanı, “Hatçiiiik çikoleta getiiiiir” diye mutfağa bağırması, Arife’nin eşofmanları, akıllara ziyan. Gerçi bir süre sonra kimilerine “kabak tadı vermiş” olsa da, Binnur Kaya’nın abartı ve büyük hareketleri bazı seyircilere sevimsiz gelmiş olsa da, ben hala her rastladığımda tekrarlarını izliyorum.
Sanırım zor hayat şartları, ekonomik sıkıntılar, bize denk gelen pandemi, ne bileyim, zorlaşan yaşam bizim “tavuk suyuna çorba” tadındaki dizilere özlemimizi depreştiriyor. Dilerim iyi oyuncular ve senaryolarla bu tip diziler daha çok yer alır ekranlarımızda.
Yorum Yapılmamış: "Gurbet Kuşu'nun kaleminden unutulmaz aile dizileri"