Burcu B. Bilgin
(5.5/10)
Netflix’in yerli yapım projelerinin matematiğine artık alıştık. Aynı yapım şirketleri, aynı oyuncular, benzer senaryolar ve neredeyse şaşmayan biçimde izleyicinin merak edip izlemesine rağmen hayal kırıklığına uğratan projeler.
Bu zincirin bir başka halkası da Kimler Geldi Kimler Geçti adlı sekiz bölümlük romantik komedi. Diziyi izleyip sizler için inceledim:
Senaryosunu Ece Yörenç’in kaleme aldığı, Bertan Başaran’ın yönettiği Ay Yapım imzalı dizide başrolü Serenay Sarıkaya, Metin Akdülger, Hakan Kurtaş ve Boran Kuzum üstleniyor.
Dizide diğer rollerde Meriç Aral, Ahmet Rıfat Şungar, Esra Ruşan, Bade İşçil, Zeynep Tuğçe Bayat, Gülcan Arslan, Kamil Güler, Nil Sude Albayrak ve Ege Aydan yer alıyor.
Kimler Geldi Kimler Geçti, şehir dışında doludizgin eğlencenin ortasındaki bir arkadaş grubunun yer aldığı sahneyle başlıyor. Grubun “yıldızı” Leyla Taylan’ı (Serenay Sarıkaya) yeni tanıştığı Feyyaz (Boran Kuzum) ile dans edip öpüşürken görüyoruz.
Açılış sekansının ardından hepsinin Leyla’nın dayısının sahibi olduğu şirkette avukatlık yaptıklarını ve Leyla’nın sevgilisi Ömer (Metin Akdülger) ile yedi yıllık ilişkisinden yeni çıktığını öğreniyoruz. Tam da bu sırada Leyla çok önemli bir boşanma davası alıyor ve macera başlıyor.
Macera başladığı gibi dizinin oradan buradan “esinlenmeleri” de başlıyor. Eve gidip televizyonun önündeki koltuğunda şarap içip acı çeken, bir taraftan da şarkılar dinleyen Leyla’nın bu hallerini bir yerden hatırlıyor gibi oluyoruz, zira o bir klasik.
Otuz yaşındaki Leyla’nın “yaşıtı” Bridget Jones da aşk acısı çekiyor ve aynı koltukta şarap içip şarkılar söylüyordu. Evi bile adeta Leyla’nınkinin aynısıydı.
Zaten burada o mekanın benzerinin yaratılması gibi bir durum da mevcut. Odadaki eşyalar aynı şekilde yerleştirilmiş, koltuğun konumu, rengi dahil aynı, ışık bile ünlü filmdeki şekilde kullanılmış.
Bu arada, Leyla’nın üzerindeki “Hands off, it’s mine” yazılı tişörtün izlediğimiz kadarıyla en az bir ay boyunca üzerinde kalması da bu düşündürücü. Tişörtün bu kadar yoğun tempoda ne zaman yıkanıp ütülendiği akla getirmiyor değil.
Bu arada Serenay Sarıkaya’yı dizi boyunca taranmamış gibi duran, karma karışık bir perukla izliyoruz. Dünyaca ünlü oyuncular rolleri için kilolar alıp verirken, saçlarını kazıtırken veya şekilden şekile sokarken nedense Sarıkaya peruk takıyor.
Kaldı ki Leyla’nın neden Sarıkaya’dan daha kısa saçlı olması gerektiği de ayrı bir soru işareti. Böyle bir şey senaryoda özellikle konu edilmediğine göre peruk ısrarının neden olduğunu anlamak pek de mümkün değil.
Baştan sonra ünlü Amerikan, İspanyol ve Fransız filmlerinden, dizilerinden alıp “kopyala yapıştır” yapılan Kimler Geldi Kimler Geçti, genel hatlarıyla Sex and the City, Friends, New Girl, How I Met Your Mother, Valeria, Emily in Paris ve The Bold Type’ı kaynak olarak kullanıyor.
Küçük olmasına rağmen ünü tüm şehre yayılan, yer bulunamayan bir restoranda şef aşçı olan Feyyaz veya Leyla ile arkadaşlarının taktığı ismiyle “Şeyyaz”, Emily’nin Fransız aşkı Şef Gabriel’den başkası değil.
Klişeler denizinin içinde yüzen dizi, zaten pek de Türkiye’de geçer gibi de değil. Misal olarak çalıştıkları avukatlık ofisinde kimse işi, gücü dert etmiyor. Öyle günler süren mahkemeler, zorlu davalar ve Türk hukuk sisteminin yükü, bu dizideki avukatları zorlamıyor.
Onlar daha ziyade iş saatleri, hatta toplantılar dahil olmak üzere kurdukları WhatsApp grubunda dedikodu yapmak ve aşk sorunları üzerinde yoğunlaşıyorlar.
Sadece birkaç önemli müvekkilin işlerini alıyorlar, onlarla da gönül ilişkisine giriyor, kavgalar ediyor, tekrar barışıyor veya avukatları ile flört ediyorlar.
Dolayısıyla profesyonellik kuralları bu ofisin avukatlarını pek bağlamıyor. Sadece bir sahnede ofisin sahibi olan dayı, müvekkilleriyle flört eden Leyla’ya ufak bir sitemle “Hiç profesyonel değil,” diyor ama sonraları o da gam etmiyor.
Bu arada ülkemizin başını kaşıyacak vakti olmayan avukatlarına nazaran çok boş vakitleri olduğundan üç kadın avukat gün içinde görüntülü görüşüyorlar. Birinin koşuda olduğunu, diğerinin kürek çektiğini, üçüncüsünün yoga yaptığını görüyoruz.
Ancak plazalar aleminin diğer dünyalılarla farkları burada da bitmiyor. Mesela Ömer, yeni sevgilisiyle piknik yapan eski sevgilisi Leyla’yı izlemek için drone kullanıyor. Eh, diğer faniler gibi Instagram’da stalk yapacak değildi ya.
Dizinin ilk dramatik dönüm noktasında ise aralarına “klişeler diyarından” süzülüp gelen bir başka karakter katılıyor: Cem Murathan (Hakan Kurtaş).
Grinin Elli Tonu’ndaki Christian Grey, Sex and the City’den Mr. Big ile Valeria’nın esrarengiz, ultra zengin sevgilisi Victor’un karışımı olan Cem, dizi boyunca her fırsat bulduğunda aşkıyla Leyla’nın, karın kaslarıyla spor meraklılarının, zenginliğiyle de ekran karşısındakilerin başını döndürüyor.
Teknesiyle tatil mekanlarına yanaşıyor, cebinden milyonlar harcayarak avukatına düğün yapıyor, Leyla’nın sevgililerini işe alıyor, yeni doğan tayına meali “Leyla” olan “Gece” ismini veriyor.
Adam ne yaparsa aşk için yapıyor ama küçücük bir sorunu var. Tam üç kere evlenip ayrılmış. Zaten dizinin en eğlenceli sekanslarına da eski eşi Tuba Tepelioğlu rolündeki Bade İşçil damga vuruyor. Aşırı zengin eşi Cem’den aldığı tazminatı birer liralık madeni paralar haline getirip adamın yeni yaptırdığı otelin şantiyesine döktürüveriyor.
Dizinin en inandırıcı karakteri ise Meriç Aral’ın canlandırdığı avukatın flört ettiği acil servis doktoru. İşinden başını kaldıramayan doktor sevgilisinin “neden bu kadar çok nöbet tuttuğunu” avukat kızımız bir türlü anlayamıyor, çünkü o sanki Türkiye’de yaşamıyor.
Doktor, bir sahnede, “Siz neden her şeyi grup halinde yapıyorsunuz ki?” diye soruyorsa da kızdan makul bir yanıt alamıyor. Aslında işin cevabı bu arkadaş grubunun da Friends, New Girl veya How I Met Your Mother dizilerinden kotarılmış olması.
Bu arada aslında Leyla da “görev uğruna” ağır nöbetler tutmasa dahi zorlu bir macera atlatıyor. Müvekkili olan Tuba’nın boşanma şartlarını görüşmek için gittiği çiftlikte Cem’in adamları arabayla geçmesine müsaade etmiyor.
Bunun üzerine bembeyaz takım elbisesi ve aynı renk yüksek topuklu ayakkabılarına aldırmadan çiftlik yolunda yürüyor, yalpalıyor, çamura batıyor, ama yılmıyor. Neticede çamurlu ayakkabıları götürüp Cem’in eline veriyor.
Ayakkabı “metaforu” Yörenç’in pek hoşuna gitmiş olacak ki bir başka ayakkabıyı daha kullanıyor. Yine yüksek topuklu ama bu kez kırmızı ayakkabının teki, Şef Feyyaz tarafından avukatlık ofisinde mesai daha doğrusu dedikodu halindeki Leyla’ya ulaştırılıyor.
Her daim gırgır şamata halindeki avukat grubu, günümüzün Instagram başta gelmek üzere sosyal mecralarda dillere pelesenk olmuş “aşk terminolojisinden” de bolca yararlanıyor, zira moda deyimle hayat onlara hep güzel.
Yalnız hakkını vermek gerekirse burada Tinder muadili olarak kullandıkları flört uygulamasının isminin “Fingir” olması epey yaratıcı. Love bombing, gaslighting, ghosting, ex gibi kelimeler havada uçuşuyor.
Günümüzde herkesin birbirine yapıştırıp durduğu “narsisist” yaftasından da Cem nasibini bolca alıyor. Hatta dizide narsisistlerin davranışları, anlatıcı Leyla tarafından kısa bir özetle aktarılıyor, aydınlanıyoruz. Bir sahnede de Cem, kendini Dorian Gray gibi su yüzeyinde görüyor.
Herkes aşk peşinde koşuştururken fonda da lüks ve şaşaalı mekanları izliyoruz. Leyla’nın dedesinden kalma muhteşem çiftlik evi, Cem Murathan’ın çiftliği, oteli, Ömer’in yeni tuttuğu dört banyolu, yedi sekiz odalı evi, dizi için masraftan kaçınılmadığını gösteriyor.
Bu arada, dizi boyunca şarap adeta su gibi akıyor. Kimsenin elinden şarap kadehi düşmüyor. Öyle ki şarabın ana vatanı Fransa’da geçen Emily in Paris kadrosu bile daha az şarap tüketiyor. Dizide sadece Ömer ile Leyla’nın sevimli köpeği Buddy içmiyor.
Enteresan bir ilişki ise Leyla’nın dayısının yanındaki kim olduğunu çok çözemediğimiz karakter arasında gelişiyor. İş ortağı mı yoksa Netflix’te çok rastlandığı şekliyle bir “çeşitlilik” amacıyla buraya eklenmiş bir karakter mi olduğunu pek anlayamıyoruz.
Belki de eğer RTÜK kızarsa arkadaş, yabancı izleyenler böyle anlayacaksa çeşitlilik deyip bu konuyu geçip gidebiliriz. Bu “hem nalına, hem mıhına,” durumlara alıştık zaten.
Yalnızca 1.5 saatlik bir diziye sığabilecek bir konuyu eğip bükerek, Sex and the City’nin Carrie’si gibi baş anlatıcı olan Leyla’ya süslü kelimelerle anlattıran dizi, böylece tam sekiz bölüme ulaşıyor.
Dizinin az sayıdaki zihin açısı sahnelerine ise Leyla’nın anne ve babasının mükemmel gibi görünen evliliği hakkındaki gerçeklerin ortaya konulduğu ve Leyla’nın pandemi dönemindeki ilişkileri anlattığı kısımlar tekabül ediyor. Belki de orijinal olduklarından böyle.
Bu arada, dizi boyunca Leyla’nın dilinden düşmeyen “Martılar” şarkısının sahibi şarkıcı Edis de bekarlığa veda partisinin sürpriz konuğu oluyor.
Şarkısını bitirdikten sonra Leyla, şimdiye kadar kimseye anlatmadığı sırlarını Edis’e anlatıp, “Kimseye de söylemedim. Şimdi senden başka,” diyor.
Peki bu sahneyi nereden hatırlıyoruz? New Girl dizisinin bir bölümünde ekip, ünlü şarkıcı Prince’in partisine girmeye çabalıyor ve başarıyor.
Prince ile tanışmayı beceren Jess, o güne kadar kimseye anlatmadığı ilişki sırlarını paylaşıyor ve ondan bazı tüyolar alıyor. İşte bu sahne de Kimler Geldi Kimler Geçti senaristine ilham kaynağı oluyor.
Aslında hayli akışkan olan dizi, sonlara doğru temposunu yitiriyor, sekizinci bölümde ise kumandanın ileri düğmesine basmamak için zorlanıyorsunuz. Finale geldiğimizde ise şaşırtıcı bir sonla karşılaşmıyor, zaten daha ilk bölümden beri bunu bekliyoruz. Hatta Kaçak Gelin filmine bir selam gönderiyoruz.
Neticede ilişkiler şöyle, ilişkiler böyle, zaten herkes herkesi aldatıyor, günümüzde aşk diye bir şey yok. Sex and the City’de Carrie Bradshaw bunları çoktan söylemişti.
Dizinin oyunculuklarına gelecek olursak dijital ekran tarihimizin en popüler oyuncuları sıralamasında Çağatay Ulusoy ile başa güreşecek olan Serenay Sarıkaya yine bildiğiniz gibi.
Fi dizisinden bu yana aynı rollerde izlediğimiz Sarıkaya, ortalama oyunculuğunu sürdürüyor. Ancak en önemli problemi de yine konuşmasında. Nedense yıllardır S harflerini Ş gibi söylüyor, kelimeleri yutuyor. Buna rağmen dünyanın çevresinde döndüğünü sanan şımarık avukat rolünde fena değil.
Ömer rolündeki Metin Akdülger ile Cem Murathan rolündeki Hakan Kurtaş ise dizinin en büyük kurtarıcıları. Her iki oyuncu, klişelerle dolu bu diziye izlenilebilirlik katıyor.
Boran Kuzum ise naif, sevimli ve neşeli Şef Feyyaz rolünde vasat bir oyunculuk sergiliyor. Sarp’ı canlandıran ödüllü oyuncu Ahmet Rıfat Şungar ile Tuba Tepelioğlu rolündeki Bade İşçil de dizinin iyileri arasında. Tecrübeli oyuncu Ege Aydan’ı baba rolünde izlemek ise bu yapımın artılarından.
Sonuç itibarıyla; başından sonuna kadar ünlü dizi ve filmlerden etkilenmiş bir senaryo akışıyla başlayan, öylece de biten bir dizi Kimler Geldi Kimler Geçti.
Zaten uzunca bir süredir bütün Amerikan dizileri, birbirini taklit ediyor. Bununla da bitmiyor değişik ülkelerden benzerleri türedikçe türüyor. Bu yapım da bizim topraklardan çıkan yeni muadilleri.
Kopyala yapıştır tekniğini, ünlü, güzel ve yakışıklı oyuncular, parıltılı, lüks ve şaşaalı mekanlar, parlak bir görüntü yönetimi ve renkli kostümlerle birleştiren bu diziyi zaten “çoktan” izlemiştik, bir kez daha görmüş olduk.
Keşke daha özgün, daha bizden, daha az oradan buradan alıntılarla bir dizi yapılmış olsaydı ve bunca parayla emek yerini bulsaydı. Ancak sanırım alan memnun, satan memnun.
Sekiz bölüm boyunca bildiğimiz bir konuyu yeniden ısıtıp önümüze koyan dizi, Netflix’in diğer yerli yapımlarının izinden gidiyor.
İkinci sezon olur mu bilmem ama diziye İngilizce ismini koyarken doğru bir seçim yapıldığını fark ediyoruz ve içimizden de aynı şeyi demek geliyor: Teşekkürler Sıradaki/Thank You Next…
2 Yorumlar: "Kimler Geldi Kimler Geçti: Sorma sakın kimden esinlendi?"
Firuzan uzkur 15 Mayıs 2024 (08:00)
Analize alkış tutmak dışında yazılacak birşey yok…
Gülşen Çılgın 17 Mayıs 2024 (12:18)
Dün bitirdim. En iticisi de live location kelimesiydi. Kim bunu kullanıyor ki ? Yorumunuz çok yerinde. Kaleminize sağlık. Güzel ve ince düşünülmüş işleri izleriz umarım.