Burcu B. Bilgin
Hayata bazen ne kadar kendi penceremizden baktığımızı görmek için sinemada insan öyküleri izlemek, onları sindirmek ve bildiklerimizi yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Türkiye’de 1 ay kadar gecikmeli gösterime giren, bu senenin Oscar adayı filmlerden Lion da işte böyle seyirciye ”ayna tutan” bir yapım. İnsana öğreten, gösteren, başka dünyaların kapılarını açan…
Yönetmen Garth Davis’in ilk uzun metraj denemesi olan Lion, yaşam öyküsü Hindistan’dan Avustralya’ya uzanan Saroo Brierly’nin gerçek hikayesi… Larry Buttrose tarafından kaleme alınan biyografisinden sinemaya uyarlanan filmin başrolünde 2008 yapımı Slumdog Millionaire/Milyoner adlı Oscarlı filmde 18 yaşındayken izlediğimiz Dev Patel var. Patel’ın rol arkadaşları ise Nicole Kidman, Rooney Mara, David Wenham, Sunny Pawar, Abhishek Bharate ve Divian Ladwa.
Film, Hindistan’ın yoksul bir bölgesinde anneleri taş taşıyarak geçinen iki kardeş Saroo ve Guddu’nun yaşam mücadelesiyle başlıyor.
Guddu’nun annesine yardım etmek için hurdaları toplayıp sattığı, iki kardeşin bunları bulabilecekleri yerlere gidebilmek için tren vagonlarında canlarını tehlikeye attıkları bu tabloda, son derece sağlıksız şartlara rağmen ilginç bir şekilde neşe ve mutluluk da var.
-Milyoner’i hatırladık-
Anneleri yaşadıkları sıkıntılara rağmen güleryüzünü eksik etmeyerek küçük kızı ve iki oğluna kol kanat gererken, Saroo için de hayat bu acı şartlara karşın neredeyse bir oyun. Ancak her şey bir gün değişiyor ve minik Saroo, trenle kendini bilmediği bir yerde buluyor. Aslında neredeyse iki farklı film gibi izlediğimiz Lion’ın bu ilk 1 saati küçük Saroo’nun Calcutta sokaklarında bu ilginç kayboluş öyküsüyle geçiyor.
Kurgu şaheseri Milyoner filmini bol bol anımsadığımız bu dakikalarda Saroo rolündeki Sunny Pawar, Milyoner’deki minik Ayush Mahesh Khedekar gibi adeta döktürüyor. Hindistan’ın yoksul mahallelerinde Yeşilçam kahramanı Sezercik gibi aslında hiç farkında olmaksızın tehlikeden tehlikeye atılıyor, her seferinde de neyse ki şansı yaver gidiyor.
Yine Yeşilçam ustaları Nuri Alço ve Neriman Köksal’ın bolca canlandırdığı karakterleri hatırlatan hilekar çocuk simsarlarından, muhtemelen organ mafyası olan kötü adamlara kadar pek çok ”kötünün” elinden kendini kurtarmayı başaran Saroo’nun hikayesi sonunda Avustralya’ya uzanıyor.
-Bir de senaryoda bu kopukluklar olmasaydı-
Avustralya’da artık yavaş yavaş minik aktör Sunny’nin bayrağı Dev Patel’a devretmesinin ardından filmin temposunda düşüş ve senaryoda sıkıntılar baş göstermeye başlıyor.
Görüntü yönetiminden konu akışına kadar dört dörtlük olan ilk saati izleyen bu kısımlarda Saroo’yu üniversite sıralarına gelmiş ve tetikleyen ilginç bir tesadüf sonrasında ”gerçek ailesini” aramaya başlamış olarak görüyoruz.
Kız arkadaşı Lucy’yi canlandıran Rooney Mara ile olan ilişkisinin onun hayatına katkısı çok iyi verilmemiş, kendisini evlat edinen Sue (Nicole Kidman) ve John (David Wenham) ile geliştirdiği aile bağlarının derinliğinin ve evlat edinilen diğer çocuk Mantosh ile bağının iyi anlatılamamış olduğu filmin ikinci yarısında bu yan hikayeler havada kalıyor, bu karakterlerin filmin bütününe etkisi fazla hissedilmiyor.
Saroo’nun Google Earth üzerinde ailesini arayışı ve ailesinden uzaklaşmasının beklenen etkiyle işlenmemesi de yönetmen Garth Davis’in ilk uzun metraj filminin sıkıntıları olarak göze çarpıyor.
-”Dünyada zaten yeterince insan var”-
Ancak final sekansına doğru film son düzlükte koşmaya başlamış at misali yine tempoyu tutturuyor. Özellikle Saroo’nun kendisini evlat edinen Sue Brierly’yi ziyaretinde ”Keşke senin de kendi çocukların olsaydı” sözlerinin ardından filmin en iyi diyaloğunu izliyoruz.
Nicole Kidman’ın üstün oyunculuk sergilediği bu bölümde Sue oğluna, ”Biz bilerek çocuklarımızın olmamasını seçtik. Çünkü dünyada zaten yeteri kadar insan var. Biz siz ikinizi istedik. Çünkü ben 12 yaşındayken bir düş gördüm. Kahverengi cildiyle bir çocuk bana doğru geliyordu…” sözleri seyirciye bolca gözyaşı döktürüyor.
Lion filmi, final sekansında ise son sözünü çok vurucu biçimde söylüyor. Bugün dünyanın dört bir yanında göçmenler giderek ötekileştirilirken, ABD’nin kapıları göçmenlere kapatılırken, hatta duvarlar örme planları yapılırken, İngiltere ”Brexit” ile göçmenlerden kaçmaya, Avrupa’nın geneli onları Türkiye’ye itmeye çalışırken, ülkemizde de Suriyelilerden nefret söylemiyle bahsedilirken bütün bunları yapanların Lion’ı mutlaka seyretmesi lazım. Eğer ders alırlarsa…
Hindistan’da yılda 80 bin çocuk kayboluyormuş, Saroo onlardan şanslı olanı… Suriyeli bir ailenin oğlu olduğu sıkça yinelenen Steve Jobs örneğindeki gibi Hindistan’ın fakir bir bölgesinden gelen bir gencin bambaşka birine dönüşmesinin öyküsünün bu ”vahşi ortamda” Oscar’a aday gösterilmesini çok anlamlı buluyorum.
Filmde rol aldığı sürece yeteneğini bir kez daha ispatlayan Dev Patel’ın ”En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında Oscar ödülünü almasını ise yürekten istiyorum. Yolu açık olsun…
Yorum Yapılmamış: "Lion: Göçmenlerden nefret edenler izlemeli"