Burcu B. Bilgin
Kalabalık sofraların, dar İtalyan sokaklarında geçen renkli anların, güçlü kadın öykülerinin, cins, yaş, statü tanımayan cesur aşkların yönetmeni Ferzan Özpetek, pek de sevilmeyen İstanbul Kırmızısı filminin ardından psikolojik gerilim türünde bir öyküyle izleyiciyle buluştu: Napoli’nin Sırrı/Napoli Veleta…
Filmlerinde karmaşık karakterler kadar şehirlere de başrol veren Özpetek’in polisiye soslu gizem/psikolojik gerilim filminin radarında bu kez tarihi zenginliğiyle meşhur Napoli var.
Özpetek, filmde başrolü Karşı Pencere/La Finestra di Fronte filminde çalıştığı, İtalya’nın başarılı starlarından Giovanna Mezzogiorno’ya vermiş. Mezzogiorno üzerinde geçen 16 yılın çarpıcı etkisi hemen fark edilse de gizemli güzelliği ve güçlü oyunculuğuyla eskisinden bile çekici…
(Karşı Pencere filminden)
Mezzogiorno’ya 32 yaşındaki yakışıklı aktör Alessandro Borghi eşlik ederken, diğer rollerde Biagio Forestieri, Anna Bonaiuto ve Peppe Barra var.
Filmin öyküsüne gelince; adli tıp doktoru olan Adriana (Mezzogiorno), gittiği bir partide tanıştığı genç bir adamla geceyi geçiriyor. Ateşlilik düzeyi 100 üzerinden 150 olan, bu aşırı cüretkar geceden sonra ikili ertesi gün buluşmak için sözleşiyor.
Hayatının aşkıyla tanıştığını düşünen Adriana, onun randevuya gelmemesi üzerine hayal kırıklığına uğruyor. Ancak mesele onun düşündüğü gibi çıkmıyor ve Adriana bir anda gizemli olayların ortasında kalıyor.
Daha ilk 15-20 dakikasında önce bir erkeğin doğum yaptığı enteresan canlandırma, sonra cesur aşk sahnesi, ardından gizemli olayın ortaya çıkışıyla şaşırtan Napoli’nin Sırrı, ortalarına kadar merak ettiren bir tempoda sürüyor.
Ancak Ferzan Özpetek, filmin ikinci yarısında bu polisiye tempoyu bir anda psikolojik gerilim ve gizem düzeyine çekiyor. İkiz karakterler, Adriana’nın çocukluk travmaları, aile sırları, tarihi eser kaçakçılığı derken bir anda filmin öyküsü dağılıyor ve karşımıza Mahsun Kırmızıgül filmlerindeki gibi bir çok konuyu aynı anda ele alma çabası çıkıyor.
Birbirine benzettiği göz, rahim gibi metaforlar, yeniden doğuşu çağrıştıran imgelerle filmini süsleyen Özpetek, buna karşın aslında çok derin olarak anlatılabilecek Adriana karakterini izleyiciye iyi yansıtamıyor.
Aslında elinde yeterli malzeme olmasına rağmen iyi yemek pişiremeyen aşçı misali Özpetek, polisiye hikayeyi de paldır küldür bir finalle bağlıyor.
Söz konusu final de şaşırtıcı olmak şöyle dursun neredeyse beklendik şekilde bitiyor. Zira elinde Agatha Christie gibi bir zanlılar ordusu değil dar bir karakter grubu olduğundan seyirci aşağı yukarı nasıl sonuçlanacağını anlıyor. Finali süslemeye çalıştığı, ”6.hisvari gizem sosu” da çok tatmin edici olmuyor.
Buna karşın Özpetek’in kamera arkasındaki ustalığını gösterdiği rengarenk sahneler, eski filmlerini anımsatan kalabalık yemek masaları, Napoli sokakları ve müzeleriyle film beklediğimiz görselliği sunuyor.
Ancak bu görsel zenginliğe rağmen, hızlı başlayan filmin yarış boyunca koşup son anda geride kalan atlet gibi soluğu kesiliyor, tempo finale kadar dolu dizgin gitmiyor.
Netice itibarıyla Napoli’nin Kırmızısı, ilk yarısında temposu ve gizem ölçüsü yüksek, genel olarak oyuncuları başarılı, görsel zenginliği fazla, ancak sonrasında hızını düşüren, finale kopuk bir karmaşa içinde giren bir film…
Temposunu sürdürüp çok konuyu bir anda ele almasa, karakterleri derinliğine anlatsa Özpetek adına ”iyi” olabilecekken ortanın biraz üzerinde kalan Napoli’nin Sırrı, Özpetek sinemasını takip edenler ve polisiye sevenler için iyi bir seçenek olabilir.
Yorum Yapılmamış: "Napoli'nin Sırrı: Ortaya karışık bir gerilim"