Burcu B. Bilgin
Sinema dünyasının en yaratıcı yönetmenlerinden olmasına karşın Blade, Halka, Pasifik Savaşı gibi piyasa işi filmlerin de rejisör koltuğunda oturan Guillermo del Toro’nun aylardır isminden söz edilen, 13 dalda Oscar adayı filmi nihayet Türkiye’de gösterime girdi.
Aslında ”Suyun Biçimi”, ”Suyun Şekli” ya da ”Suyun Formu” gibi bir isim yerine nedense temayla da ilgisi olmayan ”Suyun Sesi” adıyla vizyona konulmasını oldukça tuhaf buldum, ilk olarak onu belirteyim.
Yarattığı kurgusel evren bakımından yönetmenin Pan’ın Labirenti/Pan’s Labyrinth filmine de oldukça benzeyen yapım, Soğuk Savaş döneminde bir askeri bir merkezdeki laboratuvara getirilen sualtı yaratığı (Doug Jones) ile orada temizlikçi olarak çalışan dilsiz Elisa Esposito’nun (Sally Hawkins) hikayesini konu alıyor.
Amazon halkı tarafından tanrı olarak görülen bu enteresan yaratıkla temizlik yaptığı sırada iletişim kurmayı başaran Elisa, zamanla onunla giderek duygusal bir yakınlığa doğru gidiyor. Bu esnada işin içine esrarengiz yaratığımızı paylaşamayan, daha doğrusu kesip biçip deneyler yapmak isteyen Amerikalı ve Ruslar’ın çatışması giriyor. Bunun üzerine ortalık kızışıyor ve macera başlıyor.
Guillermo del Toro’nun fantastik öğelerle bir casusluk hikayesini aynı potada erittiği filmin en büyük başarısı, yönetmenin kurduğu evrene izleyiciyi inandırması.
Seyirciyi adeta sayısız örneğini izlediğimiz Soğuk Savaş hikayelerinden birini izliyormuş havasına sokan yapım, bu sırada masallarda görebileceğimiz bir deniz yaratığını filmin diğer karakterleri gibi ”gerçekmişçesine” algılamamızı sağlıyor. Gerçek ile gerçek üstü böylece aynı öykünün içinde hiç rahatsızlık vermeden buluşuyor.
Suyun Sesi, fantastik yönünün yanı sıra, 1960’lı yılların nostaljik havasını da başarılı sinematografisine taşıyor. Bunu yaparken de kült Fransız filmi Amelie’deki gibi bir sinema dili kullanan del Toro’nun kahramanı Elisa, bir çok sahnede hem giyim, hem de hal ve tavır olarak Amelie’yi andırıyor.
Elisa ile yakın dostu Giles’ın (Richard Jenkins) oturdukları apartmanın altındaki sinema salonu da nostaljik tablonun bir başka mekanı. Bazı sahnelerde Elisa’nın aklında geçenlerin o sırada televizyonda gösterilen filmlerin kahramanlarınca söylenmesi de filmin hoş ayrıntılarından.
Yönetmenin gizli montajla filmine kattığı yapımlardan biri de Güzel ve Çirkin masalı… Elisa’nın hayalindeki dans sahnesi, bu masalın film ve animasyon versiyonlarındaki meşhur dansının aynı.
Bu filmde aslında güzel ve çirkinin değil iki ötekinin hikayesi var. Çünkü su altı yaratığı ile dilsiz oluşu sebebiyle temizlikçi arkadaşı Zelda (Octavia Spencer) ve yaşlı komşusu Giles dışında dostu olmayan Elisa, kimsenin yanına yanaşmadığı iki yalnız ruh…
Gelelim, iki ötekinin masalsı aşkını başarıyla işleyen filmin göze batan eksiklerine… Filmin en büyük sıkıntısı, senaryosu ilerledikçe izleyiciyi içinden atan bir tempoya doğru ilerleyişi…
Filmin ikinci dramatik dönüm noktadan sonra yaratığın akıbeti üzerinde bir eksende ilerlemeye başlaması heyecan dozu yükseltsin diye tercih edilse de aslında konu dağılıyor.
Bu yapılmak yerine filmin başlarında Elisa’nın yalnızlığı biraz daha işlenerek karakter derinleştirilebilirdi. Buna karşın komşu Giles, filmde en iyi işlenen karakter…
Sivriltilerek çizgi roman ya da süper kahraman filmlerindeki kötü adamlara benzetilen laboratuvar güvenlik şefi Richard Strickland (Michael Shannon) ise filmin en olmayan kısmı. Joker ya da Moriarty’yi aratmayan bu klişe kötü adamın filmdeki varlığı çok rahatsız edici. Hele bir sahnedeki Yeşilçam Nuri Alço’su hallerine inanamadım.
Filmin Oscar iddiasına gelince, baştan söylemek lazım ki bu seneki yarış zaten oldukça sönük. Bu renksiz mücadele içerisinde Venedik Festivali’nde bolca alkış alan, Altın Küre ödülle del Toro, yine ”En İyi Yönetmen” Oscar’ını kazanır.
Buna karşın, bir kadın öyküsü olan yakın rakibi Üç Billboard Ebbing Çıkışı’nın karşısında ”En İyi Film” ödülü konusunda zorlanır. Çünkü kadın oyunculara taciz olaylarının gündeme gelmesiyle beraber Hollywood’dan yükselen ”Zaman Doldu/Time is Up” kampanyası sebebiyle bu filmin şansı daha yüksek.
Teknik dallarda ise başta ”En İyi Sinematografi” olmak üzere şansı bulunan film, yine Altın Küre aldığı ”En İyi Film Müziği” dalında da çok iddialı. Aday olan üç oyuncusundan herhangi birinin ise ödül alacağını pek zannetmiyorum.
Netice itibarıyla Suyun Sesi, Guillermo del Toro’nun başarılı bir fantastik dünya inşa ettiği, görüntü yönetmenliği, müzikleri ve genel atmosferiyle seyirciyi içine çeken masalsı bir hikaye…
İkinci yarısından sonra yaşanan dağınıklık ve karakterlerdeki ufak tefek sıkıntıları saymazsak ”iki ötekinin” bu masalsı aşkı izlenmeyi hak ediyor. Özellikle Oscar yarışını takip edenlerin mutlaka seyretmesini tavsiye ederim.
Yorum Yapılmamış: "Suyun Sesi: Ötekilerin masalsı hikayesi"