Burcu B. Bilgin
(The Crown 3. sezonu izlemiş olanlar okumalıdır)
Dünyanın en meşhur ve en uzun süre tahtta kalan kraliçesi olan 93 yaşındaki II. Elizabeth ile kraliyet ailesinin yaşam öykülerini anlatan The Crown, ekrandaki 3. sezonunu tamamladı.
Henüz 30’larının başlarında genç bir anneyken bıraktığımız Kraliçe Elizabeth’i, yeni sezonda orta yaşlı ve yorgun bir kadın olarak bulduk. Elbette Elizabeth ile beraber ilk 2 sezondaki kadro yerini başka oyunculara bırakmıştı. Peki, 3. sezondaki olaylar tarihte nasıl oldu, ona bir bakalım:
1- Kraliçe ve yeni Başbakan’ın dostluğu: Dizinin yeni sezonu 1964’te Elizabeth 38 yaşındayken başlıyor.
Yeni sezonda Elizabeth’i 45 yaşındaki Oscarlı oyuncu Olivia Colman canlandırıyor. Bir dip not Kraliçe’nin 1.60, Colman 1.70 boyunda.
İlk sezonlarda önceleri çok çatıştığı Winston Churchill’i sonradan ölen babasının yerine koyacak kadar seven Kraliçe, bu kez aynı şeyi İşçi Partisi lideri, yeni başbakan Harold Wilson ile yaşadı.
Monarşi karşıtı söylemleriyle bilinen ve ortada KGB ajanı olduğu iddiaları dönen Wilson ile kötü bir ilişki başlatan Kraliçe, sonraları onunla derin bir dostluk kurdu.
Kraliçe’yi monarşinin en ağır eleştirildiği dönemde destekleyip partisini bile karşısına alan Wilson, Aberfan maden kazasından sonra bölgeye bir türlü gidemeyişi yüzünden kendini suçlayan ve “Duygusuz bir insanım” diyen Elizabeth’i teselli etti. Bu durumun bir devlet adamı için avantaj dahi olduğunu söyledi.
Aralarındaki sıkı bağ, Wilson’ın Alzheimer olduğu için istifasına dek sürdü.
Gerçekte de Wilson ile Elizabeth’in aralarındaki bağın kuvvetli olduğu bilinen bir gerçek. Kraliçe’nin kendini “solda” saymamasına karşın ikisi çok iyi geçinmiş.
Wilson, Kraliçe ile görüşmelerini, “Sahiden ciddi konuşmalar yapabildiği ve bunların da dışarı sızmadığı” tek zaman dilimi olarak da tanımlıyormuş.
1964-70 ve 1974-76 yılları arasında görevde olan Wilson, İngiliz siyasetinde çok önemli bir yere sahip. Wilson döneminde, kürtajın serbest bırakılması, eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması, idam cezasının kaldırılması gibi önemli yasal düzenlemelere imza atıldı.
İlerici bir lider olarak tanınan bu değerli siyasetçi, 1995’te öldü. Wilson’ı dizide BAFTA ödüllü Jason Watkins canlandırdı.
2- Margaret, Beyaz Saray’ı sallıyor: Yeni sezonun eğlenceli 2. bölümünde Windsor ailesinin haşarı üyesi Margaret (Helena Bonham Carter) ve eşi Lord Anthony Snowdon’un (Ben Daniels) Amerika ziyareti konu edildi.
İngiltere’nin yaşadığı ekonomik krize Amerikan desteğiyle çözüm bulma çabaları, Kraliçe Elizabeth’in dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ı özel bir av partisine davetiyle aşılmaya çalışıldı.
Ancak Johnson, Vietnam Savaşı’nda ABD’nin yanında yer almayan İngiltere’yi cezalandırmak için kabul etmedi.
Ancak sonra olayın diplomatik krize dönüşmemesi için bu kez Amerikan tarafı geri adım atarak ABD’deki Prenses Margaret’i Beyaz Saray’a davet etti.
Gecede Başkan ve çevresinin sempatisini toplayan Margaret, yüklü bir yardımı da ülkesi için kopardı.
Gerçekte ise Prenses Margaret’in ziyareti o kadar da olumlu yankı yaratmamış. Beyaz Saray ziyareti “iyi” gitse de pek gündemde yer almamış.
Bilakis Prenses’in sahip olduğu Tourette Sendromu yüzünden gezi boyunca aklına gelen her şeyi söyleyip taşkınlık yapması, 70’lerde ABD’ye girişinin bir süre yasaklanmasına da sebep olmuş.
İçte ise 30 bin sterlinlik bu pahalı Amerika gezisi (o dönemin parasıyla 500 dolar) problem olmuş. Parlamento’da konu gündeme gelirken, “Bunu kim ödüyor?” şeklinde manşetler atılmış.
Fotoğrafta Snowdon çifti, Başkan Johnson ve eşi Leydi Bird Johnson ile
3- Facia bile Kraliçe’yi ağlatamadı: İngiltere yakın tarihinin en korkunç facialarından olan 1966 yılındaki Aberfan maden kazası, 3. bölümde konu edildi.
Güney Galler’deki Aberfan’da meydana gelen ve 116’sı çocuk 144 ölümle sonuçlanan facia sonrası Başbakan Wilson’ın önce üstü kapalı, sonra açık ısrarına rağmen bölgeyi ziyaret etmeyen, cenazelere eşi Philip’i gönderen Elizabeth, “Kraliçe ancak hastane ziyaretlerine gider” dedi. Kraliçe, günler sonra facia bölgesine gitti.
Sonunda Elizabeth, monarşinin gereklerine göre yetiştirildiği için bir kez bile ağlayamadığını, bu nedenle de Aberfan’a gidemediğini Wilson’a itiraf etti.
Gerçekte ise dizideki gibi Elizabeth’in en büyük pişmanlığı Aberfan’a daha önce gitmemekmiş.
Kraliçe’nin çevresince de bu durum defalarca doğrulanmış. Elizabeth’in özel sekreteri Martin Charteris, İngiliz yazar ve yayıncı Gyles Branreth’e verdiği mülakatta, “Kraliçe, kendisinin hiç hata yaptığını düşündü mü?” sorusuna, “Evet, Aberfan” yanıtını verdi.
Elizabeth, ilk ziyaretinin ardından dört kez daha bölgeye giderek halkın acılarını paylaşmış.
4- Prens Philip ve annesi: Dizinin 4. bölümü ise Prens Philip’in (Tobias Menzies) uzun yıllar tepki duyduğu annesi Prenses Alice (Jane Lapotaire) ile yeniden buluşmasına ayrılmıştı.
Philip, ABD’deki bir röportajında monarşik düzeni zora sokan sözler edince, Guardian’ın genç yazarı John Armstrong (Colin Morgan-Merlin ve The Fall’dan tanıyoruz) bunu haber yapmıştı.
Bu haberin etkilerinden kurtulmak için BBC’yi ailenin özel belgesel çekimi için Saray’a çağıran Philip, tam bu esnada annesinin darbe yapılan Yunanistan’dan dönüşüyle yüz yüze geldi.
Philip, belgesel beğenilmeyince kızı Anne’den (Erin Doherty) gazeteciyle görüşmesini istese de Anne muhabiri büyükannesiyle buluşturdu.
Neticede hem Philip ile annesi arasında buzlar da eridi, hem de röportaj olumlu yankı yarattı. Alice’in ise hastanede işkenceye dönüşen bir tedaviye maruz kaldığı ortaya çıktı.
Fotoğrafta Prenses Alice ve eşi Prens Andrew
Gerçekte ise bunların yüzde 90’ı meydana gelmedi. John Armstrong diye bir Guardian yazarı olmadığı gibi gazeteden herhangi bir yazar da Philip’i veya belgeseli eleştirmedi.
Aynı şekilde Prenses Alice de ne Armstrong adlı bir gazeteciye ne de ölümüne kadar basından herhangi birine konuştu.
İşin doğru olan kısmına gelince, doğuştan sağır olan Alice’in bu durumu bilinmediğinden şizofreni teşhisiyle hastaneye yatırıldı. Freud, “hastalığa” seksüel bozukluk teşhisi koyarak genç kadının yumurtalıklarına X-ray ışını verdirdi, libidosunu yok etti ve yapay menopoza soktu.
Alice, 1967’de geldiği Buckingham Sarayı’nda 1969’da hayata gözlerini yumdu.
5- Tywysog Cymru ya da Galler Prensi: Sezonun en çok tartışılan bölümleri ise Prens Charles ile ilgili olanlardı. Yeni sezonda üniversite çağına gelen Charles’ı 29 yaşındaki İngiliz oyuncu Josh O’Connor canlandırdı.
“Galler Prensi/Tywysog Cymru” ilan edilecek Charles, Gal dili öğrenmesi için bölgeye gönderildi.
Burada gerçek bir Galler milliyetçisi olan Dr. Edward Millward’dan (Mark Lewis Jones) ders alan Charles, başta bölge kültürünü bilmediği için tepki gördüğü hocasıyla sonradan yakınlaştı.
Okulda yalnız bırakılan ve öğrencilerin soğuk davranışlarıyla karşılaşan Charles, sonunda Galler kültürüne büyük ilgi duyarak “Galler Prensi” ilan edildiği törende tarihi bir konuşma yaptı.
Charles’ın konuşmasında Galler halkının kültürüne saygı duyulması gerektiğinin altını çizen konuşması annesinin tepkisini çekti ve ana-oğulun arası açıldı. Kraliçe ona, “Senin sesini hiç kimse duymak istemiyor” dedi.
Gerçekte ise dil öğrenimi için okula giden Charles, öğrencilerden tepki görmedi. Başta ortamı yadırgasa da sonra alıştı.
Hocası, başlarda dizideki gibi başta Charles’a Galler kültürünü bilmediği için kızdı, ama zamanla birbirlerine alıştılar.
Ancak yine de prens ilan edildiği törene, ilerleyen yıllarda da davet ettiği düğününe katılmadı. Buna da sebep olarak, “milliyetçiliğini ancak bu kadar aşabileceğini” gösterdi.
Tören konuşmasını Galce ve İngilizce olarak iki dilde yapan Charles, İngiltere’de kimi eleştirilere uğrayan yorumlar aldı. Charles’ın prensi olduğu Galler bölgesi ve kültürüne ilgisi ilerleyen yıllarda artarak devam etti.
Konuşmanın Kraliçe Elizabeth ile arasını açıp açmadığı ise bilinmiyor.
6- Charles ve Camilla neden evlenemedi?: Sezonun belki de en ilgi çeken konusu Prens Charles ile şimdilerde evli olduğu Düşes Camilla’nın (Shand) ilişkisi oldu.
Dizide ikili, Charles’ın kızkardeşi Anne ile Camilla’nın uzatmalı subay sevgilisi Andrew Parker-Bowles’un (Andrew Buchan-Broadchurch dizisinden tanıyoruz) kısa flörtlerinin ardından tanıştı.
Charles’ın ısrarla peşinde olduğu Camilla, sonunda onunla yemek yemeyi kabul etti, ardından ilişkileri başladı.
Başta Elizabeth’in Charles’ı daha huzurlu biri haline getirdiği için yeşil ışık yaktığı Camilla, Ana Kraliçe (Marion Bailey) ve Philip’in amcası Louis Mountbatten’ın (Charles Dance-Game of Thrones’dan tanıyoruz) etkisi altına girdi.
Prenses Anne ile Parker-Bowles’un ilişkisini de öğrenen aile, Camilla ile Andrew’un ailelerini buluşturdu.
Neticede Camilla ile Andrew evlenirken, genç kızdan uzak kalması için Mountbatten tarafından donanmada 8 aylık Karayipler görevi ayarlanan Charles kahroldu.
Gerçekte ise Charles 22, Camilla ise 24 yaşındalarken bir polo maçında tanıştılar. O dönemde Anne ise 20 yaşındaydı. Andrew ise hepsinden yaşça büyüktü ve 31’indeydi.
Dizideki gibi Andrew ile Anne, Charles ve Camilla arasında bir aşk dörtgeni vardı.
Andrew ile Camilla’nın bütün bunlar ortaya çıkmadan önce 5 yıllık ilişkisi vardı.
1973 yılında ise evlendiler, ancak Camilla ile Charles’ın neden ayrıldıkları ve bu düğünün neden gerçekleştiği bilinmiyor.
7- Prenses Anne ile ilgili gerçekler: Dizinin 3. sezonunda Prenses Anne de farklı yönleriyle ekrana geldi.
Dizide sert görünümlü, insan içine çıkmaktan çok hoşlanmayan, basının “huysuz” diye nitelendirdiği Anne’i büyükannesi için ayarladığı röportaj ve Andrew Parker-Bowles ile ilişkisinin konu edildiği farklı sekanslarda da gördük.
Gerçekte ise tahtta 14. sırada olan Anne, dizideki gibi maskülen sporlara meraklı.
Olimpiyatlarda at biniciliği dalında yarışan Anne, iki kez evlendi. İki çocuğu, 4 torunu olan Anne’in kızı Zara Philips de başarılı bir at binicisi ve 2012 Londra Olimpiyatları’nda madalya sahibi.
8-Astronotların ziyareti: Dizide orta yaş bunalımındaki Prens Philip’in o dönem Ay’a ayak basan astronotlara hayranlık duyduğu, ancak onlarla Buckingham Sarayı’nda ayarlanan özel görüşmede tanışınca hayal kırıklığına uğradığını izledik.
Gerçekte ise Philip eşi ve ailenin kalanıyla beraber üç astronot Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins ile tanışmış ama özel bir görüşme ayarlanmamış.
Ayrıca Prens’in Ay yolculuğunu takıntı haline getirip günlerce TV izlediğine dair bir bilgi de yok.
9- Charles ve Kraliçe, Windsor Dükü’nü ziyaret etti mi?: Dizide Windsor Dükü 8. Edward’ın (Derek Jacobi) ağır derecede hastalandığını ve hayata veda ettiğini izledik.
Prens Charles, kendini büyük amcasıyla özdeşleştirdiği için yıllarca ona mektup yazarken, hastalığı döneminde de evinde ziyaret etti. Ölümünden sonra ise Wallis Simpson, Edward’ın köstekli saatini Charles’a hediye etti.
Kraliçe Elizabeth de ağır hastalığını öğrendikten sonra amcasını evinde gördü.
Cenazede ise Charles’ın artık ailenin onu Edward’ın yerine koyduğunu ve tamamının kendisine karşı birleştiğini düşündüğünü izledik.
Gerçekte ise 8. Edward, dizideki gibi gırtlak kanseri teşhisiyle kobalt tedavisi gördü.
1971 yılındaki teşhisin ardından 18 Mayıs 1972 tarihinde Kraliçe Elizabeth, eşi Philip ve oğlu Charles ile beraber onu evinde ziyaret etti.
Elizabeth ile amcası 15 dakika da baş başa görüştü, ancak Charles’ın mektuplarının verilmesi gibi bir şey olmadı.
Buna karşın Charles ile Edward’ın senelerce mektuplaştıkları da Prens tarafından önceki yıllarda açıklanmıştı. Edward ve eşi ayrıca Nazi sempatizanlıklarıyla tanınıyor.
10- Margaret’in aşk ilişkisi ve intiharı: Dizide uçarı prenses Margaret’in, eşinin ihaneti nedeniyle bunalıma girerek çareyi yeni sevgili edinmekte bulduğunu gördük.
Eşi tarafından evin her yerine aşağılayıcı notlar bırakılması ve bitmeyen kavgalar yüzünden de zor günler yaşayan Margaret, kendinden yaşça genç Roddy Llewellyn (Harry Treadaway-Penny Dreadful’dan tanıyoruz) ile sevgili oldu.
İkisinin Karayipler’deki fotoğrafları basında yer alınca Margaret ile Anthony şiddetli bir kavgaya tutuştu.
Bu tartışmanın ardından Roddy, Margaret’i terk ederken Prenses de intihara teşebbüs etti.
Gerçekte de Lord Snowdon’ın eşine böyle kırıcı notlar bıraktığı, Prenses’in sadık nedimesinin anılarının yer aldığı kitaptan biliniyor.
Aynı şekilde o dönemde 43 yaşındaki Margaret’in 25 yaşındaki Llewellyn ile 8 yıl süren bir ilişkisi olmuş.
Fotoğraflar basına yansıyınca 8. Henry’den beri Kraliyet ailesindeki ilk ayrılık Snowdon ile Prenses arasında olmuş.
Ancak ilginç şekilde Kraliçe bu ilişkiyi tasvip ettiği, sonraları evlenen Roddy’yi 2002’de Margaret’in cenazesine bizzat çağırmış.
Elizabeth’in, kızkardeşinin cenazesinden sonra, çifti tanıştıran Margaret’in yakın arkadaşına, “Roddy, Margaret’i çok mutlu etti. Onun için çok sağ ol” dediği de biliniyor.
Margaret ve Llewellyn , ayrılıklarının ardından dizidekinin aksine dost kalmışlar, hatta Prenses, genç adamın eşiyle dahi arkadaş olmuş.
Varlıklı olan Roddy Llewellyn, babasının vefatının ardından baron unvanını almış.
Prenses’in intihar teşebbüsüne gelince, kendini öldürmek amaçlı olup olmadığı bilinmese de aşırı dozda ilaç almak yüzünden ölümden dönmüş. Ancak bu olay, Llewellyn ayrılığından sonra meydana gelmemiş.
The Crown dizisi, olayların birebir işlendiği bir belgesel değil dizi olduğu için ilgi çekmesi açısından bir senaryo dahilinde ekrana getiriliyor.
Bu sebepten senaryoyu ilginç kılmak adına kimi değişiklikler yapılabiliyor. Bütün bunları bu çerçevede dikkate almak gerekiyor. Yeni sezonda görüşmek üzere…
NOT: Dizinin onay alan, kadrosu ve senaryosu belirlenen yeni sezonu 2020 yılında Netflix ekranına ekrana gelecek.
Yorum Yapılmamış: "The Crown 3. sezon: Dizideki olaylar gerçekte nasıldı?"