Burcu B. Bilgin
Aslında genelde konusunu okuyup fragmanını da gördükten sonra filmler beni çok şaşırtmıyor. Ama arada istisnalar çıkıyor ki o zaman çok mutlu oluyorum. İşte, Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri/Three Billboards Outside Ebbing, Missouri de öyle bir film. (Çok uzun olduğundan tam ismini size bir kez yazacağım, devamında Üç Billboard diye kısaltıp geçeceğim)
Bu sene 7 dalda Oscar’a aday gösterilen ve 4 Altın Küre kazanan filmin yönetmeni ve senaristi Martin McDonagh. 7 senaryosu, 4 de yönetmenlik deneyimine sahip olan McDonagh, yılın en ilgi çekici işlerinden birine imza atmış.
Bu yapımda sinema dili olarak Coen kardeşleri anımsatan McDonagh, belki de bilinçli olarak Fargo’nun başrolündeki Francis McDormand ile çalışmış. Coen kardeşlerin baş yapıtı olan film, McDormand’a ”En İyi Kadın Oyuncu” dalında Oscar ödülünü getirmişti.
Kara mizahı ustalıkla kullanan yönetmen, film için başarılı bir kadro kurmuş. Ustalık döneminde polis rollerinde izlemeye başladığımız Woody Harrelson, Sam Rockwell, Caleb Landry Jones, Kerry Condon, Abbie Cornish ve Game of Thrones dizisinin Tyrion Lannister’ı Peter Dinklage filmin diğer oyuncuları.
Film, kızının cinayetinde aylarca suçlunun bulunmaması üzerine isyan eden Mildred Hayes’in (Frances McDormand), kızının öldürüldüğü ıssız yolun çıkışındaki üç billboardu kiralayarak polis teşkilatını hedef almasını işliyor.
Zaten işte mesele de burada başlıyor, çünkü Mildred’ın çok kızdığı polis teşkilatının başında kasabanın çok sevilen polis şefi William Willoughby (Woody Harrellson) bulunuyor ve civarda ahım şahım sevilen biri olmayan Mildred’ın aksine o çevrenin göz bebeği. İşin içine bir de siyahların ve eşcinsellerin düşmanı agresif polis Dixon (Sam Rockwell) girince işler iyice karışıyor.
Üç Billboard’un konusu kağıt üzerinde böyle. Yani adalet arayan bir annenin polislerle kıran kırana mücadele ettiği çok alışılageldik bir drama gibi duruyor.
Ama film, seyirciyi şaşırtmaya daha ilk dakikalardan başlıyor ve bu kadar dramatik bir konuyu hiç sıkmadan, germeden, acının ve hüznün dibine vurdurmadan, mesajını kara mizah yoluyla, hatta zaman zaman güldürerek ama taş gibi sağlam veriyor.
McDonagh’ın filmde yarattığı karakterler de birbirinden renkli. Ödün vermeyen, alaycı diliyle karşısındakini yerin dibine sokan Mildred, onu terk edip 19 yaşındaki bir kızla yaşamaya başlamış agresif eski kocası, ürkek oğlu, babacan polis şefi, bel altı espriler yapan karısı, eşcinsel billboard kiralayıcısı ve boyundan büyük laflar eden bir cüce…
Karakterler içinde en müthişi ise tuhaf annesiyle Sapık’taki Norman Bates tarzı bir hayat yaşayan siyahların, eşcinsellerin ve tüm ”öteki” gördüklerinin azılı düşmanı polis Dixon.
En tuhaf gelişmelerin en normal şeylermiş gibi ortaya çıktığı filmde ikinci dramatik dönüm noktasından sonra ise farklı bir dönemece giriliyor ve karakterler için dönüşüm başlıyor.
Senaristin ustalığını konuşturduğu bu noktada karakterler, aldıkları mektupların da etkisiyle bir değişim yaşıyor. Mektupların metinlerinin de duygusal olduğu kadar ironik diline bayıldım.
Filmin finaline doğru gelinirken seyir de klişe Hollywood filmlerinin aksine işliyor. Üç Billboard, iki baş karakterin kendilerini hiç beklemedikleri bir noktada buldukları bir finalle bitiyor.
Kendine has üslubuyla Hollywood literatürüne geçmeyi hak eden filmin Oscar şansına gelince, filmi sürükleyen iki star Frances McDormand ve Sam Rockwell ödülü sonuna kadar hak ediyor.
”En İyi Film” dalında ise şansı çok büyük. Hollywood’da bu sene Weinstein ve sonrasında pek çok erkek oyuncunun taciz skandallarının gündeme gelmesiyle ”Zaman Doldu/Time is Up” kampanyası başlatıldı. Bu nedenle kadının mücadelesini anlatan bir filmin ödül alması beklenir.
Ama bu kadar özgün ve başarılı bir sinema diline sahip olan bu filmin sadece ”bu yıl kadınların yılı” argümanı sayesinde ödül alacağını düşünmek de haksızlık olur. En yakı rakibi Suyun Sesi, 13 dalda aday olsa da bence Oscar bu filme gider. Ayrıca, ”En İyi Özgün Senaryo” ödülünü de alır.
Netice itibarıyla kara mizah kokan farklı bir sinema diline sahip, izleyiciyi şaşırtan, hem hüzünlendiren, hem de güldüren, aynı zamanda ırkçılık, homofobi, kadın hakları gibi konularda mesajlarını sonuna kadar veren, oyunculukları güçlü, karakterleri renkli bir film…
Bu yılki oldukça renksiz Oscar yarışı da bu mükemmel filmin yüzü suyu hürmetine izlenir. Mutlaka seyredilmesini tavsiye ediyorum.
Yorum Yapılmamış: "Üç Billboard Ebbing Çıkışı: Adaletin bu mu dünya?"