Burcu B. Bilgin
(8.0/10)
Netflix ekranının sevilen dizilerinden Virgin River, altıncı sezonuyla izleyici karşısına çıktı. İlk sezondan beri beklenen bazı gelişmelerin de yer aldığı altıncı sezon, kimi soru işaretlerini de aydınlattı.
Diziyi izleyip sizler için değerlendirdim:
Yeşillikler, dağlar ve pırıl pırıl bir gölle çevrelenmiş, doğal güzellikleriyle büyüleyen bir kasaba, yakın olduğu şehre hastane gibi acil durumlar, resmi işler dışında gitmeyi sevmeyen sevimli bir ahali, ufak çatışmalara rağmen en sonunda anlayışla çözümlenen sorunlar, yaptıklarının cezasını ödeyen kötüler, yani neredeyse herkesin hayali.
Kış depresyonuna birebir iyi gelen bir formülü ekrana getiren Virgin River dizisinde her şey biraz da inanılamayacak kadar güzel olsa da yaşadığımız zorlu hayatlarda belki de ihtiyacımız bu.
Oldukça kalabalık bir kadroya sahip dizinin iki ana karakteri ebe ve hemşire Melinda-Mel-Monroe (Alexandra Breckenridge) ve eski bir savaş gazisi, bar sahibi Jack Sheridan (Martin Henderson).
Hikayenin en başında, büyük şehirdeki yoğun hayatını arkada bırakmak isteyen Mel, iyi niyetli, ancak fazla meraklı Virgin River Belediye Başkanı Hope McCrea’nin (Annette O’Toole) davetiyle kasaba kliniğinde çalışmak üzere buraya çağrılıyor.
Yıllardır kasabanın küçük kliniğini işleten Doktor Vernon Mullins’e (Tim Matheson) yardımcı olmak üzere işe alınan Mel, aslında doktorun bu davetten haberi olmaması ve onu istememesi üzerine hayrete düşüyor.
Ancak bu sırada yolu kasabanın tek barının sahibi Jack ile kesişiyor ve altı sezondur süren büyük aşkın temelleri atılıyor. Bu arada, Mel ile doktor arasındaki durum da sezonlar içerisinde gelişerek aile gibi olmalarına kadar geliyor.
Bu kısa özet, altı sezondur süren hikayede buz dağının çok küçük bir kısmını oluşturuyor ve onlarca karakterin başından geçen sayısız olaya tanıklık ediyoruz.
İşin en güzel kısmı ise Virgin River’ın eşsiz doğasına ekran karşısındakiler gibi dizi kadrosunun da kendini kaptırıp karakterlerin sorunlarını her defasında bir şekilde çözmeleri.
Virgin River dizisi hakkında en merak edilen şeylerden biri ise nerede çekildiği. ABD’deki pek çok film şirketinin plato olarak kullandığı Vancouver şehrinde çekilen diziye doğa güzelliğe sahip bölgeleri inceleyen yapımcılar tarafından seçilen British Columbia ev sahipliği yapıyor.
Her ne kadar dizi içerisinde kasabanın Kuzey Kalifornia’da yer aldığı bilgisi sıkça geçse de sözü edilen bölgede böyle bir yer yok. Yani Virgin River hayali bir kasaba.
Ancak eğer British Columbia bölgesini ziyaret edecek olanlar için hoş sürprizler de var. Jack’in barı, Mel’in kulübesi, sağlık ocağı gibi mekanlar başta gelmek üzere dizideki kasaba ziyaretçilerin karşısına birebir çıkıyor.
Dizide bu kasabada yaşayanların ve sonradan gelip yerleşenlerin ortak özelliği ise her birinin geçmişe dair travma ve gizemlerinin olması.
Mesela güler yüzlü ve pozitif Mel, aslında çok sayıda sevdiğini beklenmedik ve acı bir şekilde kaybetmiş, uzaklara giderek sorunlarına çözüm arayan biri.
Hayat standartlarının tamamen dışında bir yaşama adım atan Mel gibi Jack de başka bir hayatın içinden kopup Virgin River’a gelmiş.
Genç yaşta orduya katılmayı seçen, Irak’ta bir grup arkadaşıyla görev alan, büyük savaş travmaları atlatan Jack’te sıcak savaş alanına giden askerlerde sıkça gözlenen Vietnam Sendromu var.
Ancak bunu yaşayan tek kişi Jack de değil. Barına ortak ettiği askerlik arkadaşı Preacher (Colin Lawrence) da benzer durumdan mustarip.
Asıl ismi John Middleton olan, aşçılıkta mahir bu kişi, “preacher”, yani “vaiz” lakabını kasabadaki herkesi motive eden konuşmalar yapması nedeniyle taşıyor. Ancak Preacher’ın bu fazla yardımseverliği başına çok iş açıyor.
Soyadı olan Brady ismiyle çağrılan Dan (Benjamin Hollingsworth) ise ikilinin asker arkadaşı. Layatın kendisine getirdiği bu zor şartlar yüzünden kötü yollara sapmayı seçen Brady, özünde fazla saf ve iyi niyetli biri.
Şirinler Köyü’nün andıran kasabanın en gerçeğe yakın karakterlerinden olan Brady, altıncı sezon sonuna gelindiğinde belki de dizinin en önemli karakter dönüşümlerinden birini gerçekleştiriyor.
Geçmişin ve kendi yarattığı kötü sonuçların etkilerinden kurtulmak için elinden geleni yapmayı seçen bu karakterin öyküsü, dizinin en ilgi çekenlerinden.
Travmalarla savaşan Mel, savaşın acılarından sıyrılmaya çalışan bağlanma sorunlu Jack, cinsel taciz kurbanı kardeşi Brie (Zibbie Allen), sert mizaçları yüzünden evliliklerini yürütemeyen Hope ve Doktor Vernon, anne sorunları yaşayan Lizzie (Sarah Dagdale), kronik hastalığı yüzünden gelecekten umutsuz Denny (Kai Bradburry) de yine majör karakter dönüşümlerine imza atıyor.
Kendi iç sorunlarının yanı sıra bir de dış dünyanın getirdiği problemler de Virgin River sakinlerini tehdit ediyor. Bulundukları coğrafya itibarıyla sıklıkla orman yangınları, heyelanlar, sel baskınları, fırtınalar gibi sorunlarla uğraşıyorlar.
İşin içine bir de bölgede kirli işler yapmak isteyen çeteler, uyuşturucu tacirleri, yolsuzluktan para kazanmak isteyenler girince bazen “masal kasabası” havası sekteye uğruyor.
Esasen Virgin River’ın günlük hayatlarımızdan farkı, orada sorun olmaması değil sorunlara getirilen çözümler, hatta çözüm yolları. Yani kasabanın işgüzar belediye başkanının ismi gibi “umut” eksik olmuyor bu sevimli coğrafyadan.
İnsanlar birbirine umut aşılıyor, anlayış ve empati ile sorunları çözme yoluna gidiyor, en zorlu zamanlarda bile birbirine destek oluyor.
Sözgelimi kasabada meydana gelen dev orman yangınlarından biri, herkesin organize olarak el ele vermesiyle aşılıyor.
Elbette büyük yıkımlar meydana geliyor, kayıplar oluyor, acılar yaşanıyor ama Virgin River, umudun her daim var olduğunu gözler önüne sererek kalpleri ısıtıyor.
Dizi süresince sorunlu gebelikler, çok istenmesine rağmen kavuşulamayan bebekler, Huntington gibi ismini sıkça duymadığımız rahatsızlıklar, kanser, bağışıklık sorunları gibi hastalıklar, hatta ölümler yaşanıyor.
Ancak Virgin River’lılar asla birbirini geride ve yalnız bırakmıyorlar Aslında dizi, bir masal dünyası değil. Gerçek yaşamda olanı değil olması gerekeni gösteriyor, yitirdiğimiz değerleri hatırlatıyor.
Dizi içerisinde ayrıca dostluk ve sevgi kadar bol kepçeden aşk da var. Ayrıca bu aşklarda da çok sayıda engebeyi izliyoruz ekran karşısında.
Yaş farkına dayalı aşklar, gelir farkına dayalı aşklar, eğitim ve meslek farkına dayalı aşklar, partnerin zor hastalıklara sahip olduğu aşklar görüyoruz.
Bazı aşklar kalıcı olurken, bazıları da önündeki engellere dayanamıyor. Ancak yine de herkesin önünde yeni kapılar açılıyor, yaralar er ya da geç sarılıyor.
Netice itibarıyla biraz empati, birbirini can kulağıyla dinleme, sorunları çözmeye istekli olma, tüm kapıları açıyor.
Kısacası savaşlar, acılar, küresel sorunlar, doğanın yıkıma uğraması, insanların baş döndürücü teknolojik gelişmelerle birbirini dinlemeyi bırakması, cep telefonlarının ve yapay zekanın ele geçirmeye başladığı bir dünyada paralel, sevgi dolu bir evren Virgin River.
Hayatta umudun, sevginin, dostluğun, anlayışın ve aşkın hala var olduğunu ya da olabileceğini görebilmek, bunu yaparken de doğanın kucağındaki cennet gibi bir kasabayı izlemek isteyenlerin izlemesini tavsiye ederim.
Yorum Yapılmamış: "Virgin River: Hayat bayram olsa"