Burcu B. Bilgin
Kerem Bursin, Elçin Sangu, Birkan Sokullu ve Selma Ergeç’i buluşturan Blu TV yapımı Yaşamayanlar, ”Türkiye’nin ilk vampir dizisi” olarak lanse edilediğinden doğrusu pek heyecanlanmadım.
Taze olmayan, senelerdir en iyileri yapılmış bir türü sürdürmek ilginç olmasa da izlemeden haksızlık etmek istemediğimden Yaşamayanlar’ın ilk 2 bölümü sizler için izleyip eleştirdim.
Bram Stoker’ın Dracula’sından Vampirle Görüşme’ye, Twilight serisinden 90’ların vampir kahramanlı gençlik dizilerine kadar kendimizi bildik bileli vampir romanları okuyor, filmlerini ve dizilerini izliyoruz.
Korku külliyatında sağlam yeri olan vampir romanlarından 90’lara geldiğimizde çağa ayak uydurup modernleşen vampirler, gençlik dizilerinde patlama yaptı. Twilight serisiyle 2000’lerde süren bu fırtına bugünlerde kimsenin pek ilgi duymadığı bir melteme dönüştü. Yaşamayanlar da modern vampirleri İstanbul’a getiren bir dizi…
Vampirlerin İstanbul’a nasıl geldiklerini anlatarak öyküyü özetleyen bir açıklamayla başlayan dizinin açılış sekansında 1879’da Selanik’teki bir zindanda mahpus olan Mia (Elçin Sangu) ve Numel’i (Birkan Sokullu) görüyoruz.
Mia’nın burada öldürülmesinin ardından Dmitry (Kerem Bursin), zindana gelerek son nefesinde onu vampire dönüştürüyor ve öykü başlıyor.
19. yüzyıldan günümüze geldiğinde amacı onu vampire dönüştüren Dmitry’yi öldürmek olan Mia, gizemli vampir Karmen’e (Selma Ergeç) rastlıyor. Mia gibi gizli bir ajandası olan Karmen, ona yardım etse de kendi hedefini açıklamıyor.
Hikayenin diğer tarafında vampirlerin şehirde estirdikleri teröre öfkelenen bir grup sokak savaşçısı intikam için vampirlerden birini kaçırmaya karar veriyor. Öykünün son ayağında ise kötü vampir Dmitry ile iyi kalpli vampir Numel arasında bitmeyen bir hesaplaşma var.
Böyle anlatıldığında bir şey ifade ediyormuş gibi görünse de dizi senaryosu bir türlü akmıyor, akamıyor. Vampir karakterlerin duraklayarak konuşmaları, tek bir noktaya uzun uzun bakmaları iç kıyıyor.
Vampirlerin Türk olmayıp başka diyarlardan İstanbul’a gelmesi ayrı bir sıkıntı. Yazarken bu akılda kalmayan isimleri unuttuğumdan yeniden dizi künyesine baktım. Kan emici dostlarımızın bir örnek deri kıyafetleri ve makyajları ise 90’larda kalmış bir klişe…
”Dünyayı cehenneme mi çevireceksin?” sözüne karşılık ”Dünya zaten bir cehennem” gibi söz oyunları yapılan senaryonun yaslanması gereken baş karakter Dmitry, aslında nefret uyandırması gereken kötü kalpli bir vampir…
Ama o kadar karikatürize edilmiş ki kızmak, nefret etmek bir yana insanda gülme arzusu yaratıyor. Daha bu karakterle tanıştığımız anda karşımızda vampir Dmitry’yi değil Bursin’in lise dizisi Güneşi Beklerken’de canlandırdığı karakteri görmüş gibi oluyoruz.
Özellikle belediye başkanıyla ağzında kürdanla konuştuğu sahnede uzun uzun havalara bakması, ağzındaki kürdanla dişini karıştırması, kürdanı Red Kit gibi çevirip durmasıyla seyirciyi rahatsız edici bir görüntü sergiliyor.
Brad Pitt, Tom Cruise, Gary Oldman gibi oyuncuları vampir rollerinde seyretmiş izleyicinin gözlerini kanatan bu sahneyi yazan senaryo ekibini tabii bir kez daha kutlamak lazım. Bu arada Kerem Bursin’in Türkçe’si hayli düzelmiş.
Elçin Sangu dizi boyunca intikam peşinde koşan vampir Mia rolünde nedense sudan çıkmış balık gibi şaşkın bir ifade sergiliyor.
Birkan Sokullu ve Selma Ergeç, bu sorunlu ve tutuk senaryo içinde nispeten daha iyi görünüyor. Ancak en iyi performanslar ”vampir avcısı” gençleri canlandıran Efecan Şenolsun ile Türkü Turan’a ait…
Vampir avcılığı gibi yine oradan buradan kotarılmış bir başka tema daha senaryoya katılırken, bu sahnelerde diyaloglar bolca ”amk”, ”s…” gibi küfürlerle doldurularak yeraltı kültürüne ait bir hava oluşturulmak istense de yine olamıyor.
Vampirlerin sahnelerindeki tutukluk bu sahnelerde de bol küfüre ve karikatürize edilmiş karakterlere, daha doğrusu tiplere dönüşüyor. Özellikle rastalı bir karakter var ki evlerden ırak…
Dmitry ile Melisa (Nilperi Şahinkaya) arasında bir seks sahnesinin ise diziden söz edilmesi ya da internet televizyonunun özgürlük ortamını kullanmak amaçlı ”adet yerini bulsun” diye çekildiği açıkça görülüyor.
Yönetmen Alphan Eşeli ile görüntü yönetmeni Tariel Meliava ise özensiz bir iş sergiliyor. Klişe korku filmlerinde rastlanan sis verilmiş sokak görüntüleri, Malkoçoğlu filmlerini andıran zindan sahnesi, vampirlerin asla ürkütücü olmayan kan emme sahneleri üstünkörü çekimleriyle göz tırmalıyor.
Netice itibarıyla Yaşamayanlar, senaryosu akmayan, diyalogları zayıf ve tutuk, klişelerle dolu, artık modası iyiden iyiye geçmiş vampirler alemine zayıf geçiş yapan bir hikaye… Cılız kalmış karakterleri, oyuncuların bir kısmının çabalarına rağmen izleme isteği yaratmıyor. Görsellikte ise tam anlamıyla sınıfta kalmış bir yapım…
Beni sürekli yerden yere vurduğum inli cinli korku filmlerine bile ”hiç olmazsa bir özgünlükleri var” diye düşünmeye sevk eden Yaşamayanlar, her yönüyle gerçekten ”yaşamayan” bir dizi… Cümleten geçmiş olsun.
Yorum Yapılmamış: "Yaşamayanlar: Modası geçmiş vampir masalı"