Burcu B. Bilgin
Türkiye televizyonlarında yeni yayın dönemi yine dizi enflasyonu ile başladı. Yeni birçok dizi izleyiciyle buluşurken/buluşmaya hazırlanırken, geçen sezondan bu sezona kalma şansını elde etmiş yapımlar da görücüye çıkmaya başladı.
Çok sevilen dizilerin 2. veya 3. sezonlarında birdenbire gördükleri ilgiyi kaybettiği, çok iddialı projelerin henüz 3. bölümde yayından kalktığı bir ortamda dizi çekmek artık cesaret işi bir hal alırken, kaliteli, deneysel, başarılı yapımların da yayından kaldırılmasına sık sık rastlanıyor. Bununla birlikte, hem halen süregelen yapımlarda, hem de erken veda eden dizilerde görülen öyle senaryo hataları var ki izleyiciye ”olacağı buydu” dedirtiyor. İşte yerli yapımlarda çok sık rastlanan 10 büyük senaryo hatası:
1- Oyuncuya göre senaryo yazma: Aslında bu işin doğrusu oyuncunun senaryoyu eline alması, okuması, beğenmesi, senaryo uygunsa rol almayı kabul etmesidir. Başlangıçta elbette ki herşey böyle başlamasına karşın zamanla farkediliyor ki senaryo oyuncuyu taşımaya başlamış. Öykünün içinde oyuncunun canlandırdığı karaktere yer verilebilmek için ana konu dağılıyor, farklı farklı mecralara gidiyor, heyecanlı bir akış içindeyken ilgisiz bir biçimde farklı bir mekana giderek dikkati dağıtıyor. Karakteri öykünün içinde tutabilmek adına ana hikayeyi dallandırıp budaklandıran durumlar ortaya çıkıyor, açıkçası çok da hoş olmuyor.
2-Uzayıp giden sahneler bıktırıyor: Herkes eski Yeşilçam melodramlarını bilir veya Brezilya dizilerini.. ”Tamam bu bölüm kesin söyleyecek”, ”kızın babası olduğunu bu bölüm de öğrenemedi gitti”, ”tam söyleyecekken kapı çaldı” gibi.. Artık yıl 2014, takvimler 21. yüzyılı gösteriyor ve yerli diziler hala aynı noktada. Hala haftalarca gelemeyen itiraflar, bir türlü söylenemeyenler, son anda çalan telefonlar, kapılar, hatta kahramana otomobil çarpması, sırf senaryoyu uzatmak için yapılan atraksiyonlar. Elbette ki şu noktada Sezar’ın hakkı Sezar’a deyip hiçbir ülkede her hafta 1.5 saat süren bölümlerin çekilmediğini, hiçbir ülke senaristinin böyle bir zulüm yaşamadığını, ABD, İngiltere gibi dizi sektörünün kalbi olan ülkelerde dizilerin sezonları ortalama 8-10 bölümden oluşurken ülkemizde Ekim-Haziran arasında çekimlerin sürdüğünü hatırlamamız gerekiyor. Bunun sorumlusu ise elbette ki reklam pastasındaki paydan vazgeçemeyen televizyon kanalları. Ne dizi süreleri düşüyor, ne bölüm sayıları… Hal böyle olunca da seyirci dakikalarca ekran başında kalıyor, sektör çile çekiyor.
3-Hikayelerin günü birlik yazılması: Hikaye eğer herhangi bir film, dizi veya romandan uyarlama değilse senaristin kendisine bu esnekliği sağlaması doğal. Ancak gözleri görmeden yol alanlar gibi öykünün sürekli kayak pistinde gibi slalom yapması da kimi yapımlarda gerçekten tuhaf. Diziye sonradan giren karakterler açısından da bu geçerli bir durum. Karakterin dizinin öyküsünü ne kadar besleyebileceği gözönüne alınmadan kadroya eklenen oyuncuya sürekli yeni sahneler yazılırken-madde 1’de yazdığım gibi- günü birlik giden senaryonun ilerisi dikkate alınmadığı için de bir süre sonra hikaye tıkanıyor. ”Bu öykü, bu karakterin varlığını kaç bölüm sürükleyebilir” diye düşünülmeden yapılan değişiklikler hikayenin özünü bozuyor. Tam burada aklıma gelen bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum. Röportaj için tanıştığım, çok da iyi bir oyuncu olan Cengiz Bozkurt’un canlandırdığı eski koca Halil karakterinin Aramızda Kalsın dizisinde uzun haftalar boyu nasıl varlığını sürdürebileceğini merak ediyorum. Nihayet Ali karakterinin nişanlısı olan Defne ile restoran sahibi Görkem’in çıkmasıyla biraz nefes alan senaryonun yine tıkanma ihtimali görülüyor. Ekranların en kaliteli birkaç yapımı arasında yer alan Aramızda Kalsın’ın konuyu uzatacak böyle gelişmelere ihtiyacı olmadığı düşüncesindeyim..
4-Eski gelişmelerin ve ayrıntıların unutulması: Başka bir deyişle ”devamlılık” esasına bağlı kalmayı unutuyor nedense bazı senaristler.. Sözgelimi dizinin ilk bölümlerinde ismi Mehmet olan bir karakter haftalar sonra bu kez Ahmet diye geliyor. Kahraman, bir ailenin hala oğlu olmasına rağmen soyadı ailedekilerle aynı olabiliyor. Bir de ”şeytan ayrıntıda gizlidir” denilen gelişmeler var. Tarihi dizilerde yanlışlıkla saat görünmesini filan da kastetmiyorum, henüz icat edilmemiş kemanın Osmanlı sarayına girmesi, dönem dizisinde o yılların olmayan şarkının fonda çalması vb. dikkatli seyirci tarafından anından farkediliyor.
Yine, birkaç hafta önce annesi ölmüş karakter düğünde şakır şakır oynarsa da bu seyredenleri rahatsız ediyor. Uzun sürmesi beklenmez sadece bir sezon sürecek dizide yasların ama bu kadar da çabuk değil sevgili senaristler…
5- Uyarlanan metne sadakati reyting yüzünden terk etmek: Herhangi bir roman, öykü, sinema filmi veya yabancı diziden uyarlanan yerli dizilerde bir süre sonra hikayenin başka bir yöne gittiğini görüyoruz. Aşk-ı Memnu dizisinden bu yana aslına mümkün mertebe bile olsa sadık kalınan yerli dizi senaryosu bulmak neredeyse imkansız.
Uyarlanan metne başlangıçta sadık kalan senarist, zamanla reyting kaygısı, hikayeyi uzatmak, konuyu süslemek gibi düşüncelerle orijinal metinden uzaklaştıkça uzaklaşıyor. Bu konudaki en uç örneği geçen yayın döneminde Çalıkuşu ile gördük. Reşat Nuri Güntekin’in yapıtının yanına bile yanaşmayan bir öyküyle ekrana gelen Çalıkuşu’nda öykünün ana damarı olan Öğretmen Feride’nin Anadolu’ya gitmesi hiç işlenmedi. Bunun yerine bitmek bilmeyen ve giderek uzayan aşk üçgenleri, dörtgenleri, dizide olmayan karakterler, bu karakterler üzerine yazılan yeni yeni hikayeler ile öykü ne orijinaline sadık bir metin olarak ekrana geldi ne de seyirciyi tatmin etti, sonuçta da yayından kalktı.
Fatmagül’ün Suçu Ne isimli dizide ise bunun olumlu bir örneğine rastlamıştık. Hülya Avşar’ın başrolünü üstlendiği sinema filminde Fatmagül ile evlenmek zorunda kaldığı için öfkelenen, bu nedenle de ona sürekli şiddet uygulayan karakter, farklı bir yöne çekilerek kıza büyük bir sevgi besleyen ve fedakarlık yapan Kerim karakterine dönüştürülmüştü. Böylece de ortaya daha izlenebilir bir örnek çıkmıştı.
Ancak ne yazık ki, dizilerin büyük çoğunluğu orijinal metinlerden uzaklaşırken bu yapım gibi daha iyi noktalara gelmiyor, aksine hikaye uzatılmaya çalışılırken asıl metni bilen, tanıyan izleyicinin tepkisini çekiyor. Bunda biraz da yine uzun dizi sürelerinin etkisi olduğu gibi her zaman da bu mazeretin arkasına sığınmaları mümkün değil gibi senaristlerin!
Evet, hep söylenen ”neden Türkiye’de özgün bir senaryo yok” şikayetlerinin dayandığı temel sorunlar bunlar. Hikayenin çatısının zengin olmaması, birkaç olay üzerinden gidilerek dakikalar süren diziler çekilmeye çalışılması çok büyük bir problem. Zenginliği olmayan öykü de şöyle olabiliyor. Sadece bir mahallede yaşananlar, esnaf arasındaki rekabet üzerine espriler, bir aşk üçgeni, birkaç polisiye olayla dizi sürüklemek elbette ki imkansız. Bir de örnek vermek gerekirse Seksenler dizisinde olduğu gibi hikayenin başından sonunu göstermek, Çalıkuşu’nda olduğu gibi orijinal hikayeden uzaklaşıp yeni öykü yazmaya çalışırken kıvranmak, İntikam dizisinde olduğu gibi ekstrem bir Amerikan dizisinde yaşananları Türk aile yapısına göre düzenlemeye çalışmak, birçok gençlik dizisinde olduğu gibi aşk üçgenleri etrafındaki olayları uzatmak hep senaryo yanlışları…
Seyirciyi bıktırmayan, zengin içerikli hikayelerle su gibi akan senaryolara sahip yerli dizilerin çekilebilmesi de mümkün. Galiba bu da biraz yaratıcılık, biraz da kısalmış dizi bölümleriyle sağlanabilecek. O zaman kadar Brezilya dizisi kıvamındaki yapımlara talim!
Yorum Yapılmamış: "Yerli Dizilerdeki 5 Senaryo Hatası"