Black Mirror: Dünya zaten bir cehennem

Burcu B. Bilgin

(8.5/10)

Altıncı sezonuyla karşımıza çıktığı 2023 yılında beklentileri karşılayamayan Black Mirror dizisi, yedinci sezonuyla  Netflix’te izleyiciyle buluştu.

Black Mirror, 2011 yılından itibaren döneminin ötesinde, adeta kehanet sayılabilecek gelişmelere imza atarak distopik bir evrende geçen öyküleriyle dikkatleri üzerine çekti. Yedinci sezonu izleyip sizler için değerlendirdim:

 

1- Sıradan İnsanlar/Common People: Yeni sezona başarılı bir giriş olan bu bölüm, altıncı sezondan çok daha farklı bir şeyler izleyeceğimizin açık işareti gibiydi.

Sevgi dolu, mutlu bir evlilikleri olan Mike (Chris O’Dowd) ve Amanda (Rashida Jones) çiftinin ani gelişen bir sağlık sorunu nedeniyle kendilerini hiç beklemedikleri bir kabusun içinde bulmalarını anlatan bölüm, sistemin insanları nasıl esir ettiğini işliyor.

Black Mirror

Maddi olarak ancak ayakta durabilen kaynak ustası Mike ile ilkokul öğretmeni Amanda, yaşadıkları trajedinin ardından kendilerini Rivermind isimli sistemin kölesi olarak buluyor.

İlk başta sistemi çok avantajlı gibi gösteren Gaynor (Tracee Ellis Ross) adlı yönetici, günümüzde satın aldığımız onca “avantajlı paketin” neticede günden güne artan fiyatlarla dezavantaja dönüştüğünü ve bütçemize nasıl yük olduklarını anlatıyor.

Black Mirror

Kapitalizmin acımasız yüzünün önce bireyleri, sonra toplumları, sonunda da tüm dünyayı etkisi altına aldığını ve bireylerin devamlı “borca sokularak” sistemin içinde tutulduğunu gösteren Sıradan İnsanlar, Black Mirror’ın sermaye ve birey ilişkisini en iyi özetleyen bölümü.

O’Dowd ile Jones’un uyumunun dikkati çektiği bölümde üçüncü sezon bölümlerinden St. Junipero’ya da “Juniper Oteli” ismiyle gönderme yapılıyor.

Black Mirror

Bu sezon benzer göndermeler başka bölümlerde de gözleniyor. Mesela üçüncü bölümde Dorothy karakterinin yeni filminin ismi Saint Juniper ve Brandy Friday karakterinin adresi Junipero Drive, son bölümde de Saint Juniper Hastanesi yer alıyor.

Ayrıca çiftin gittiği otelde sahnedeki ikilinin söylediği Anyone Who Knows What Love Is adlı şarkıyı da birinci sezonda Fifteen Million Merits, ikinci sezonda White Christmas, üçüncü sezonda Men Against Fire, dördüncü sezonda Rachel, Jack ve Ashley, son olarak da altıncı sezondaki Joan is Awful adlı bölümlerde duymuştuk.

Black Mirror

2- Bête Noire: Kelime anlamı “herkesin kaçındığı ve sevmediği kişi” anlamına gelen Bête Noire, lise yıllarında akran zorbalığına uğrayan Verity’nin (Rosy McEwen) yıllar sonra kendisine bu kötülüğü yaptığına inandığı sınıf arkadaşı Maria (Siena Kelly) ile hesaplaşmasının öyküsü.

Sezonun diğer bölümlerinin aksine günümüzde geçen sıradan bir öykü gibi başlayan bu bölüm, Monte Cristo Kontu gibi intikam peşinde koşan Verity’nin, Maria’nın şirketine gelerek manipülasyonlara başlamasıyla gelişiyor.

Black Mirror

Birinci dramatik dönüm noktasında bir tadım grubu ile Maria’nın ürün geliştirici olduğu firmaya adım atan Verity, sonrasında burada işe giriyor ve günden güne genç kadını zor duruma düşürüyor.

Gerilimi küçük dozlarda başlayan bölüm, ortalara doğru temposunu gitgide yükseltiyor.

Black Mirror

Bu bölümün son 15 dakikası ise tam anlamıyla kimsenin tahmin edemeyeceği noktalara evriliyor ve klasik bir Black Mirror bölümüne dönüşüyor.

İşte buradan itibaren dizide görmeye aşina olduğumuz ileri teknolojinin de içinde olduğu distopik evrene adım atıyoruz.

Black Mirror

Bu noktadan sonra öğrendiklerimiz ise kimin kurban kimin suçlu olduğu konusundaki ince çizginin nasıl değişebildiğini gözler önüne seriyor.

Günümüzün en gözde kavramlarından olan manipülasyona ve “trol” dediğimiz kötü niyet doğrultusunda hareket eden, şüphe ve oyunlarla karşısındakini tuzağa düşürmeyi amaçlayan kişilerin davranış modeline ayna tutuyor.

Black Mirror

3-Hotel Reverie: Yedinci sezonun en uzun iki bölümünden biri olan Hotel Reverie, izleyiciyi nostaljik bir geziye çıkarıyor.

Yavaş tempolu ve oldukça durağan olan bu bölümde ayrıca sinema klasiklerinden Casablanca’ya saygı duruşunda bulunuyor.

Black Mirror

Büyük kısmı siyah beyaz olarak çekilen bu bölümde, teknoloji şirketi çalışanı Kimmy’nin (Awkwafina)  köklü bir film şirketinin sahibesine eski klasikleri Hotel Reverie’nin yeniden uyarlaması için teklif götürüyor.

Çok kısa sürede, yeni bir oyuncuyla çekilecek film için üst düzey bir teknoloji kullanılacağını belirten Kimmy, uzun arayışlar sonucunda orijinalinde erkek oyuncunun canlandırdığı başrolü ünlü aktris Brandy’ye (Issa Rae) veriyor.

Black Mirror

Brandy, şakaklarına yapıştırılan aparat sayesinde bir simülasyonla filmin içine giriyor ve Doktor Alex Palmer rolünde genç ve güzel Dorothy (Emma Colin) ile aşk yaşıyor.

Ancak filmin henüz başlarında ortaya çıkan teknik bir aksaklık her şeyi yerle bir ediyor ve ilgi çekici bir macera başlıyor.

Black Mirror

Fikir olarak sezonun en ilginç bölümlerinden biri olan Hotel Reverie, Black Mirror’ın ödüllü St. Junipero adlı bölümünü de çağrıştırıyor.

Her ne kadar görsel açıdan kuvvetli ve ilgi çekici konuya sahip bir bölüm olsa da 1 saat 17 dakika sürmesi ve zaman zaman tekrarlara düşülmesi bu bölümün eksilerinden.

Black Mirror

4-Oyuncak/Plaything: Sezonun en zayıf halkası olan bu bölüm, yakın bir gelecekte Londra’da aydınlatılmaya çalışılan tuhaf bir cinayetin zanlısının polis sorgusunda geçiyor.

Bu cinayetin zanlısı, 1990’lı yıllarda bir bilgisayar oyununda dijital yaşam formlarından oluşan ve “kavim” diye adlandırılan bir toplumla tanışan Cameron Walker (Lewis Gribben/Peter Capaldi).

Black Mirror

Black Mirror sezonlarının vazgeçilmez teması olan dijital dünyadaki gerçekliğin asıl gerçeklikle karışmasını temel alan bu bölümün aslında ilgi çekici mesajları var ama hepsi sona yığılıyor.

Başka canlılara, doğaya karşı gösterilen saygısızlığın, onların hiçe sayılmasının ve sadece insanın geleceğine yatırım yapılmasının dünyayı getirdiği durumu anlatan Oyuncak, bu mesajı son on dakikasında verebiliyor.

Black Mirror

O zamana kadar örneğini defalarca seyrettiğimiz bir konuyu ısıtıp ısıtıp önümüze koyan bu bölümü izlenebilir kılan ise Cameron Walker’ın gençlik ve yaşlılığını canlandıran her iki aktörün de başarılı oyunculukları.

Yine bu bölümde çok kısa süre izlediğimiz Colin Ritman rolündeki Will Poulter da göz dolduran bir başka oyuncu.

Black Mirror

5- Eulogy: Bu sezonun tartışmasız yıldızı ve Black Mirror tarihinin de en iyilerinden olan Eulogy, izleyiciye kaybettiği değerleri anımsatan çok duygusal bir bölüm.

Black Mirror’ın belki de insan ruhuna en hitap eden bölümü olan Eulogy, toplumdan izole bir hayat yaşayan Phillip’in (Paul Giamatti) geçmişine yaptığı yolculuğu konu alıyor.

Black Mirror

Aldığı sürpriz bir telefon sonucunda artık yüzünü bile hatırlayamadığı eski sevgilisinin öldüğünü öğrenen Phillip, Black Mirror’ın klasiği olan şakaklara yapıştırılan aparatla gençliğinin geçtiği 1990’lı yıllara gidiyor.

Hatırlayamadığı anıları birer birer gözlerinin önüne gelen orta yaşlı adam, hafızası tazelendikçe hem kendisi hem de geçmişi ile yüzleşiyor.

Black Mirror

Bu bölüm süresince sık sık gündeme gelen “Anılar tam anlamıyla gerçeklik midir? Yoksa insan beyni kendi anılarını yaratıp gerçekliği bükebilir mi?” sorusuna da cevap aranıyor.

Zihnin derinliklerinden çıkan hatıralarla ekran karşısındaki izleyici sık sık hüzünlü anlar yaşarken, Black Mirror’ın St. Junipero ile beraber en duygusal bölümlerinden birine imza atılıyor.

Black Mirror

Büyük bir çoğunluğu iki oyuncu arasında geçen bu bölümde Phillip rolündeki Paul Giamatti’nin başarılı oyunculuğu izlenme keyfini katlıyor.

Bu arada, 1990’lı yılların nostaljisini kıyafetlerden mekanlara kadar ekrana başarıyla taşıyan Eulogy, Charlie Brooker’ın müthiş kurgusuyla yedinci sezona damgasını vuruyor.

Black Mirror

6- USS Callister: Into Infinity: Dördüncü sezonun yıldızı olan ve tüm sezonların en iyileri arasında sayılan USS Callister’ın devamını yedinci sezonun finalinde izliyoruz.

Uzay klasikleri Star Trek ve Star Wars’a göndermeler yapan bu başarılı hikayenin devamında Robert Daly’nin (Jesse Plemons) ardından geride kalanların yaşadıkları işleniyor.

Black Mirror

Bir bilgisayar oyunu içerisinde “bilinçli klonlar” oluşturmak suretiyle alternatif evrenler yaratan deli dahi yazılımcının mirasını devralanların içinden çıkılmaz bir duruma düşmesiyle öykü başlıyor.

Bu arada bölüm içinde en başa gidilerek Robert ve ortağı Walton’ın (Jimmi Simpson) tanışmaları ve  oyun fikrini geliştirmelerinin hikayesini de seyrediyoruz.

Black Mirror

Biraz kopuk başlayan bölüm, ortalarından itibaren yüksek bir tempoya çıkıyor. Bölüm içinde Tom Hanks’in bir ıssız adada geçen Cast Away filmine de gönderme yapılıyor.

İlk bölümün arkasından gelen devam bölümüyle hikayeye sevgi ve dostlukla örülü güzel bir nokta koyan USS Callister: Into Infinity, canlı renk paletinin ağırlıkta olduğu sinematografisiyle de göz dolduruyor.

Black Mirror

Genel olarak baktığımız zaman Black Mirror, teknolojik gelişmelerin üst düzeye çıktığı günümüz dünyasında yeni icatlar göstermenin ötesine geçerek insan öyküleri anlatıyor.

Artık karakter kurgulamaya, insanların zaaflarını ve güçlü yanlarını işlemeye yönelen dizi, bunları teknolojiyle harmanlayıp distopik evrenine katarak yeni formülünü başarıyla hayata geçiriyor.

Black Mirror

Bilim kurgunun her türüne doyduğumuz bugünün sinemasında yeni sürüm Black Mirror, izleyicisine çok daha fazla şey sunuyor.

Bir taraftan yapay zekanın kullanımının artmasıyla teknoloji gelişirken diğer taraftan da savaşlar, açlık, iklim krizi, ırkçılık ve giderek yükselen diktatör yönetimlerle de boğuşan yaşlı dünyamız günümüzde distopik bir cehennemin ta kendisi.  Bu durumda Black Mirror’a da sanırım bizlere insanlığımızı hatırlatmak düşüyor.

Herkese izlemesini tavsiye ederim.

Black Mirror

 

Yorum Yapılmamış: "Black Mirror: Dünya zaten bir cehennem"

    Yorum yap

    E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.