Burcu B. Bilgin
(8.510)
1947 yılında alkol sorunları olan bir baba ile psikolojisi bozuk bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi, genç yaşlardan itibaren suçlara karıştı, sayısız banka soygunu yaptı, defalarca hapisten firar etti.
Sonunda bir banka soygununda rehin aldığı dört kişi tarafından öyle çok sevildi ki aleyhinde ifadeleri alınamadı. Böylece doğup büyüdüğü şehrin ismiyle anılan, bir duygu durum bozukluğuna esin kaynağı oldu: Stockholm Sendromu.
Birkaç yıldır suçluların yaşamlarını sayısız film, dizi ve belgeselde işleyen Netflix, seri şekilde kimi iyi, kimi kötü, kimi vasat bu yapımları izleyiciyle buluşturdu. Ancak kara mizah dili, anlatımı ve işleyişiyle Clark, bunların hepsinden farklılık gösteriyor.
Son dönemin en iyi kara mizah yapımlarından biri olarak gördüğüm İsveç yapımı diziyi sizler için izleyip değerlendirdim:
Clark Oloffson’u kendisine neredeyse ikizi kadar benzeyen Bill Skarsgård’ın canlandırdığı dizi, daha ilk sahnesinden voleyi vuruyor. Ekstrem bir doğum sahnesiyle başlayan dizi, Clark’ın daha dünyaya gelişinde deyim yerindeyse “tam bir fırlama” olduğunun altını çiziyor.
Siyah beyaz bu sahnenin ardından Olofsson’un alkolik ve şiddet yanlısı babasının damga vurduğu kötü çocukluk yıllarına dalıyor dizi.
Başında “gerçeklere ve yalanlara dayandığı” vurgulanan dizide olaylar, direkt birinci tekil şahsın, yani Olofsson’un ağzından aktarılarak anlatım dili güçlü kılınıyor. Dizide sık sık geriye dönüşlere başvurularak olay örgüsü şekillendiriliyor.
Dizi senaristlerinin başarılı kalemi sayesinde hikaye her daim diri tutularak Olofsson’un eğlenceli anlatımıyla keyifli bir seyirlik sunuluyor izleyiciye.
Bu noktada sizlere tavsiyem diziyi kendi dili olan İsveçce olarak seyretmeniz. Netflix’te İngilizce veya Türkçe dublajlı versiyonları bulunsa da İsveç dilinde izlemeniz izleme zevkini ikiye, üçe katlıyor.
Zira başroldeki Skarsgård’ın ilginç vurguları ve tipik kahkahası, hiç şüphesiz Clark dizisinin alamet-i farikaları arasında yer alıyor.
Adım adım Clark’ın suç dünyasına adım atmasını, burada gitgide ülkenin en şöhretli banka soyguncusun haline gelmesini ve polisle adeta kedi-fare oyununa dönüşen bir kovalamaca içine girmesini işleyen dizi, finali olan altıncı bölüme değin temposunu hiç yitirmiyor.
Vilhelm Blomgren tarafından canlandırılan polis şefi Tommy Lindström ile Clark Olofsson arasındaki kovalamaca ise meşhur Pembe Panter serisinde Müfettiş Jacques Clouseau ile “Pembe Panter” lakaplı zeki hırsızın ilişkisini andırıyor.
Clark’ın “yancıları” diyebileceğimiz, bir kısmı çocukluk arkadaşları, bir kısmı ise hapishanede tanıştığı mahkumlar olan suç ortaklarıyla el attıkları soygunlar ise yine eğlenceli sekanslar.
Dizinin kimi bölümlerinde ise 28 Şubat 1986 tarihinde uğradığı suikast sonucu hayata veda eden “Barış Güvercini” lakaplı İsveç Başbakanı Olof Palme ile Clark Olofsson arasındaki ilişkiyi de izliyoruz.
Palme’yi dahi parmağında oynatan Olofsson’un dizi boyunca merakla beklediğimiz anları ise hiç kuşkusuz literatüre “Stockholm Sendromu” olarak geçen duygu durum bozukluğuna isim babası olan soygun.
Ağustos 1973’te Stockholm’de hapishaneden yeni kaçmış Jan Erik Olsson’un, bir banka şubesine silahla girmesi, dört memuru rehin alması ve hapishane arkadaşı Clark’ın yanına getirilmesini sağlamasıyla başlayan olaylar, akıllara zarar bir noktaya gidiyor.
Zira Olsson ve Olofsson’a derinden bağlanan, hatta onlardan ayrılmak istemeyen üç kadın, bir erkek rehine, ilerleyen dönemde mahkemede de soyguncu ikili aleyhine ifade vermeyi de reddetmiş, soygunculara sempatilerini her daim dillendirmişti.
Clark Olofsson’un hayatının çoğu hapishanede veya firari olarak geçse de dışarıdaki bir çok insandan daha hareketli bir özel yaşamı var. Clark’ın dört duvar arasında olsa da hayatına girip çıkan kadınlar ve çocukları da dizide konu ediliyor.
Sahip olduğu şeytan tüyü sayesinde sadece kadınlar tarafından değil, gardiyanlar, hapishane müdürleri, polis şefleri, devlet yöneticileri, hatta ülkenin başbakanı tarafından sempati duyulan Clark, esasen herkesi “Stockholm Sendromu” altına alıyor.
Yönetmen Jonas Åkerlund’un başarılı rejisi, Olofsson’un hayatının orta yaşa kadar uzanan döneminin işlendiği 50, 60 ve 70’li yılları başarıyla ekrana getiren sanat yönetimi, yer yer siyah beyaz sahnelerin ve başarılı geçişlerin de yer aldığı görüntü yönetimiyle Clark, teknik yönden de sınıfı geçiyor.
Oyunculuklara gelince; tüm ekibin görevini başarıyla yerine getirdiği dizide sinema dünyasının yetenekli ailesi Skarsgård’ların genç üyesi Bill ise adeta döktürüyor.
Bu unutulmaz performansıyla yıl içindeki pek çok ödül töreninde aday olmasını beklediğim oyuncu, baba Stellan Skarsgård, oğulları Alexander, Gustaf, Bill ve Valter ile süren halkayı devam ettiriyor.
Ancak Clark dizisinde izlediğimiz tek Skarsgård esasen Bill değil. Clark Olofsson’un çocukluğunu canlandıran Kolbjörn Skarsgård da ailenin en küçük oyuncu ferdi olarak dizide başarılı bir performansıyla boy gösteriyor.
Netice itibarıyla Clark, kara mizaha dayanan anlatım ve birinci şahıstan anlatımı tercih etmesiyle güçlenen sinema dili, teknik yönden başarısı ve dönemini en iyi biçimde ekrana getirmesiyle Clark, sınıfı bir çok kez geçen bir dizi.
Son dönemin en başarılı çalışmalarından olan Clark, başta Bill Skarsgård olmak üzere oyuncu kadrosunun katkısıyla da yıldız gibi parlıyor. Herkese izlemesini tavsiye ediyorum.
NOT: Bu arada gerçek son olarak gerçek Clark Olofsson’a gelince o halen hayatta ve 75 yaşında olan, hapishane yıllarında bir de üniversite bitirerek gazetecilik diplomasını eline alan ünlü soyguncu hali hazırda İsveç’te yaşıyor ve neyse ki artık hapishanede değil.
Olofsson’un değişik kadınlardan altı çocuğu var ve son eşinin terk etmesiyle nihayet yalnız.
2 Yorumlar: "Clark: Stockholm Sendromu'nun babasına mizahi bakış"
Atila 30 Mayıs 2022 (12:39)
❤
sinekaf 31 Mayıs 2022 (13:32)
🙂