Burcu B. Bilgin
(8.0/10)
Netflix’in sevilen komedi dizilerinden The Good Place, ekranda kaldığı süre boyunca izleyiciden büyük beğeni toplarken aynı zamanda çok sayıda ödüle de kavuştu.
Dizinin başrol oyuncusu Ted Danson’ın yeni projesi The Man on the Inside, türün meraklıları tarafından kısa sürede ilgiyle karşılandı. İlk sezonu izleyip sizler için değerlendirdim:
Dizi, Maite Alberdi’nin 2020 tarihli The Mole Agent/Köstebeke Ajan adlı belgeselinden ilham alınarak çekildi. Söz konusu belgesel, özel bir dedektif tarafından huzurevinde casusluk yapması için görevlendirilen 83 yaşındaki bir adamın gerçek hikayesini işliyordu.
The Man on the Inside da benzer bir konuyu eğlenceli bir dille televizyon ekranına taşıyor. Maceranın odağında 70’li yaşlarının ortalarındaki emekli profesör Charles Nieuwendyk (Ted Danson) var.
Mühendislik üzerine ders veren, özellikle köprüler üzerine yoğunlaşan Charles, Golden Gate Köprüsü üzerine bir kitap da kaleme alan dolu dolu bir profesör.
Charles, sadece alanında uzman değil, pek çok konuda çok bilgili. Öyle ki adeta Google hatta Wikipedia gibi bir bilgi bankası ve bunları da çevresiyle paylaşmayı çok seviyor.
Çok sevdiği eşi Victoria’yı bir yıl kadar önce Alzheimer’a bağlı komplikasyonların ilerlemesi sonucu kaybeden Charles, içine düştüğü boşluğu bütün gün gazeteleri okuyup kızı Emily’ye (Mary Elizabeth Ellis) kupürler yollayarak gidermeye çalışıyor.
Neşeli halini korumaya çalışsa da aslında yaşama tutunmakta güçlük çeken Charles, kızının kendine bir hobi aramasını söylemesi üzerine arayışa geçiyor.
Tam da o sırada Pasific Wiew isimli huzurevindeki annesinin kolyesinin çalınmasından şikayetçi olan bir adam, huzurevi yönetimini olayı örtbas etmekle suçlayarak bir dedektiflik ajansının kapısını çalıyor.
Bunun üzerine ajans sahibi Julie (Lilah Richcreek Estrada), yaşlıların daha kolay görebileceklerini düşünerek gazeteye ilan veriyor ve ilan, her gün gazeteleri satır satır okuyan Charles’ın önüne çıkıyor. Julie ile yaptığı mülakatta başarılı olan Charles işe alınıyor ve eğlenceli macera başlıyor.
The Office ve Brooklyn Nine-Nine adlı iki birbirinden başarılı komedi serisine imza atan Michael Schur’un yarattığı The Man on the Inside, hayatının son demlerinde buluşan bir grup insanın samimi dostlukları üzerine kurulu bir yapım.
Dizi, bir taraftan ana hikayesi olan “kolye hırsızlığının” izini sürerken, aslında büyük kısmı aileleri tarafından bir kenara atılan yaşlıların hikayesini asla iç karartıcı olmayan, eğlenceli bir dille izleyici karşısına getiriyor.
Ancak bunu yaparken de huzurevinin ileri yaştaki sakinlerinin sorunlarını pas geçmiyor. Eşini kaybettikten sonra hiç yakını kalmayan şair Florence (Margaret Avery), büyük hafıza sorunları yaşayan Gladys (Susan Ruttan), kariyerinde çok hırslı olan oğlu tarafından o şehirden bu şehire sürüklenen Calbert (Stephen McKinley Henderson), evladı tarafından bir kez bile ziyaret edilmeyen Helen (Danielle Kennedy) bunlardan sadece birkaçı.
Değişik sosyal aktivitelerde buluşan topluluğun içine çaktırmadan giren ve kendini sevdiren Charles’ın da katılımıyla huzurevinde neşeli anlar yaşanırken, macera boyunca kayıplar, hastalıklar, beklenmedik olaylar da birbirini izliyor.
Günümüzde gitgide yitirilen dostluğun önemini vurgulayan dizi, onlara ihtiyaç kalmamış gibi bir kenara atılmaya çalışılan yaşlıların birbirine kardeş gibi nasıl kenetlendiğini gözler önüne seriyor.
The Man on the Inside, bir başka Netflix projesi Grace and Frankie ve Disney’in ödüllü dizisi Only Murders on the Building gibi başrolünde yaşlıların olduğu bir başka başarılı proje.
İzleyiciye hoş vakit geçirtmek için başrolünde genç ve popüler oyuncuların ve onlara dayalı öykülerin gerekli olmadığını gözler önüne seren dizi, incelikli esprileri ile sekiz bölüm boyunca hoş bir seyirlik sunuyor.
Dizi, ana hikayesi olan mücevher soygununu da sonuca bağlarken, öykü boyunca asıl amacının sadece hırsızı bulmak olmadığını yan hikayeler ile ortaya koyuyor.
Milyonlarca dolar harcanmasına ve birbirinden ünlü isimlere yer verilmesine karşın kötü senaryoları, izleyiciyi cezbetmeyen kurguları ve yaslandığı klişeler ordusuyla kötü not alan sayısız Netflix projesi içinde The Man on the Inside adeta bir yıldız gibi parlıyor.
Dizi, böylelikle sadece sınıfı geçmekle kalmıyor sezon finalinde izlediğimiz üzere yeniden ekrana gelecek bölümleri için de şimdiden merak uyandırıyor.
Oyunculuklara gelecek olursak dizinin lokomotifi hiç şüphesiz “gönüllü casus” Charles rolündeki Ted Danson.
1980’li ve 90’lı yıllarda ekrana gelen Cheers dizisiyle tanıdığımız, son yıllarda da The Good Place ile kariyerinin zirvesine çıkan tecrübeli oyuncu, Charles rolüyle de bütünleşerek gelecek yılın ödül sezonunda iddialı olduğunu gösteriyor.
Charles’ın kızı Emily rolünde Mary Elizabeth Ellis ile dedektiflik ajansı sahibesi Julie rolünde Lilah Richcreek Estrada ünlü aktöre başarıyla eşlik ediyor.
Burada ayrı bir parantezi ise Pasific Wiew Huzurevi Müdürü Didi rolündeki Stephanie Beatriz için açmak gerekiyor. Brooklyn Nine-Nine’ın huysuz ve eksantrik dedektifi Rosa Diaz rolüyle tanınan Beatriz, aynı başarısını burada da gözler önüne seriyor.
Oğlu tarafından görev yaptığı her şehirde başka bir huzurevine yerleştirilen ve Charles ile kurduğu dostlukla yaşamı değişen münzevi Calbert Graham rolündeki Stephen McKinley Henderson, özellikle Ted Danson ile ikili sahnelerinde kalpleri ısıtan bir oyunculuk sergiliyor.
Bunun dışında huzurevi sakinlerinin tamamını canlandıran oyuncular, doğal ve samimi performansları ile dizinin başarısında büyük rol oynuyor.
Dolayısıyla The Man on the Inside, ekran başında sıkılmadan, gerilmeden, hoşça vakit geçirmek isteyen izleyici için çok iyi bir seçenek.
Hayatımızın büyük kısmına tanık olup son yıllarında da ilgi ve sevgiyi hak eden ileri yaştaki insanların yaşadıklarını, beklentilerini ve sorunlarını sıcacık bir öyküyle ele alan diziyi herkese tavsiye ediyorum.
Yorum Yapılmamış: "A Man On The Inside: Sıcacık bir komedi arayanlar için"