Burcu B. Bilgin
(9.0/10)
Her yeni günü huzurla selamlayan, işini seven ve hakkını veren, eski kasetlerle, sahaftan aldığı kitaplarla, aksatmadığı rutinleriyle dolu kendi dünyasında mutlu bir adam: Hirayama.
Tokyo’daki bir parkta umumi tuvaletleri temizleyen Hirayama’nın basit yaşamının öyküsünü işleyen, şu günlerde Mubi’de de gösterilen Perfect Days/Mükemmel Günler filmini izleyip sizler için değerlendirdim:
Alman Sineması’nın 78 yaşındaki usta yönetmeni Wim Wenders’ın imzasını taşıyan, Japonya adına “Uluslararası Film” dalında Oscar için yarışan Perfect Days filminin başrolünde, bu filmle Cannes’da “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazanan Kôji Yakusho yer alıyor.
Filmin diğer oyuncuları Tokio Emoto, Arisa Nakono, Aoi Yamada, Yumi Asau, Sayuri Ishikawa, Tomokazu Miura, Min Tanaka ve Taijiro Tomura.
Filmin baş kahramanı Hirayama, henüz gün yeni doğarken iki katlı, küçücük evinde herkes gibi saat alarmıyla değil, sokağı temizleyen kadının süpürge hışırtısıyla uyanıyor.
Daha gözlerini açar açmaz hayata gülümsüyor, dişlerini fırçalıyor, bıyığını makasla düzeltiyor ve ardından tıraş oluyor.
Aklımızdan tam da “Acaba bu kadar huzurlu bir insan ne iş yapıyor?” sorusu geçerken mavi tulumunu giyip boynuna da beyaz bir havlu koyup yola revan oluyor. Sırtındaki “Tokyo Tuvaleti/Tokyo Toilet” yazısından ne iş yaptığını öğreniyoruz.
Sonrasında her gün evinin önündeki otomattan soğuk kahvesini ve sandvicini alıyor. Temizlik malzemeleriyle dolu küçük, mavi minibüsüne atlayıp işinin yolunu tutuyor. Wenders’ın Hirayama’yı ve onunla ilgili şeyleri vurgularken mavi renk seçimi dikkati çekiyor. Yönetmen, baş kahramanı için mavi rengin sakinlik, dinginlik ve huzuru simgeleyen yönünden özellikle yararlanıyor.
Tuvaletleri temizlemek Hirayama için adeta bir ayin. Temizlik malzemelerini birer birer çıkarıyor, klozetlerin hemen her bir köşesini cerrah titizliğiyle inceliyor, siliyor, ovuyor. Hatta sonrasında büyüteçle bile bakıyor.
Lavaboları, kapıları, yerleri, dört bir köşeyi temizlerken yaptıklarını ne denli sevdiğini yüzünden okuyabiliyoruz. Bu arada tuvaletler de o kadar temiz ve ferah ki sanki kahramanın iç dünyasının aynası gibi.
Beraberinde çalışan Takashi’nin (Tokio Emoto) sevgili bulmak, bir yere yetişmek, arkadaşlarıyla buluşmak gibi dertleri varken onun gözü mesai saatlerinde temizlikten başka bir şeyi görmüyor.
Zaten Takashi de işine bakışını, “Neden bu kadar temizliyorsun ki nasılsa yeniden kirlenecek,” sözleriyle dışa vuruyor. Ama ondan bir cevap gelmiyor.
Çünkü aslında Hirayama neredeyse hiç konuşmuyor. Hatta kendisiyle konuşanlara dahi baş selamıyla veya gülümsemeyle karşılık veriyor. Bu sebeple filmin açılış sekansından başlayarak ilk yarım saat boyunca toplamda en fazla beş altı diyalog işitiyoruz.
Ancak film, anlatmak istediklerini bize görsel olarak, müziklerle ve Koji Yakusho’nun usta oyunculuğu sayesinde öylesine veriyor ki zaten fazla söze gerek yok.
Hirayama’nın iş saati dışında da aksatmadığı rutinleri de var. Öğlenleri parkta sandvicini yerken aynı anda oraya gelmiş bir kıza her gün selam veriyor. Kız ona tuhaf tuhaf baksa da aynı nezaketi her defasında gösteriyor.
Bu sekanslarda filmin en önemli metaforu olan “ağaç” ortaya çıkıyor. Nazım’ın şiirindeki gibi “Bir ağaç gibi tek ve hür” olan Hirayama, eski model fotoğraf makinesi ile siyah beyaz ağaç fotoğrafları çekiyor.
Bu ağaçlar, protagonistimizin hayattaki duruşunu da simgeliyor. Tek başına, dimdik ayakta ve huzurlu olan Hirayama, her gün kollarını açarak ağaç gibi duran evsiz bir adama da rastlıyor, her gördüğünde de onun davranışlarını dikkatle inceliyor ve bazen fotoğraflarını çekiyor.
Hirayama, burada özellikle gökyüzüne bakarak ağaçların arasından sızan ışığı fotoğraflıyor. Zaten kapanış jeneriğinden sonra öğreniyoruz ki filmin orijinal isminde yer alan “komorebi” kelimesi, “ağaç yapraklarının arasından süzülerek geçen gün ışığı” anlamına geliyormuş. Ayrıca parktan eve ağaç fidanları getirip onlara bakıyor, suluyor, gözü gibi bakıyor.
Dijital fotoğraf diye bir olgu ise Hirayama’nın dünyasında yok. O zaten eskilerde yaşıyor, küçük minibüsünde dinlediği 60, 70 ve 80’li yıllardan kasetleri, sahaflardan aldığı eski kitapları var.
Film aslında herkese geçmişi, her şey dijitale bağlanmadan, sosyal medya yokken, Spotify’dan müzik dinlemezken nasıl yaşadığımızı ve bunun ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor.
Hirayama, her iş çıkışı girdiği hamamda temizlenip arınıyor, can suyunu buluyor. Suya girdiği sırada yüzünde gördüğümüz huzur da yine baş kahramanımızın hayata bakışının bir başka yansıması gibi.
Hamam civarında çevrede gördüğü bir adam ona boş bir arsayı gösterip “Önceden burada ne vardı?” diye soruyor, ama ondan cevap alamıyor. Bunun üzerine de “Yaşlılık işte böyle bir şey. Hatırlayamıyorum,” diyor. Zira altmışlı yaşlarını sürse de yılların geçmesi onun için önemli değil.
Akşam saatlerinde ise iki vazgeçilmezi çevredeki bir büfede veya “Anne” isimli bir kadının işlettiği küçük restoranda yemek yemek. Büfedeki garsonun, “Emekleriniz için,” diyerek yemeğini sunması ise Japon nezaketinin bir yansıması.
Hirayama günü fidanlarını sulayarak ve kitap okuyarak bitiriyor. Sonra yine aynı şeyleri yapacağı bir başka gün öncesinde düşlerine dalıyor. Düşleri ise siyah beyaz ve biraz bulanık, ancak yine huzurlu.
Rutin akıştaki filmin dramatik noktalarını ise Hirayama’nın günlük rutinini bir şekilde farklı yöne çeken “başka insanlarla ilişkileri” belirliyor.
Mesela beraber tuvalet temizlediği gencin sevgilisi olmasını istediği Aya’yı Hirayama’nın minibüsüne alması, kızı bara davet etmek için Hirayama’nın kasetlerini satmak istemesi, borç alması, evine bir anda çıkıp gelen yeğeni, yine habersizce kızını almaya gelen kız kardeşi.
Bütün bunlar Hirayama’nın rutininde ufak yön değiştirmelere sebep olsa dahi hayat akışında çok da değişiklik yaratmıyor. Onun geçmişine dair ufak ipuçları ediniyoruz, tahminen bir zamanlar varlıklı olduğu gibi.
Yıllar öncesinden gelen kardeşinin verdiği “en sevdiği çikolata”, “gerçekten tuvalet mi temizliyorsun?” sorusuna muhatap olmak, bunların hiçbiri onu etkilemiyor. Yeğenine bisikletle gezerlerken söylediği gibi: “Şimdi şimdidir, gelecek sefer ise gelecek sefer”.
Film boyunca ilginç bir şey olup Hirayama’nın karakter dönüşümüne uğramasını, her şeyin bir anda altüst olmasını bekliyor, biraz da bundan korkuyoruz.
Ancak Perfect Days’in özelliği de zaten hiçbir şey olmamasında, rutinin, basit yaşamanın, bütün bunlarla mutlu olmanın sihrinde.
Filmin final sekansında Anne’nin eski kocası Tomoyama ile bir araya gelen Hirayama, filmin bu mesajını tekrardan vurguluyor.
Umutsuz Tomoyama ile bira içen baş kahramanımız, onun “İki gölge üst üste gelince daha koyu olur mu?” sorusunun cevabını göstererek veriyor. Hayır iki gölge de bir araya gelse daha koyu olmuyor. Yani hiçbir şey değişmiyor.
Hikaye sona ererken de Hirayama’nın herhangi bir şeyin gölgeleyemediği hayatı, aynı rutine kaldığı yerden devam ediyor. Belki de bizler filmi bitirmişken o, süpürge hışırtısıyla yeni bir güne daha başlayıp tulumunu giyip evinden çıkmıştır bile..
Win Wenders’ın sadeliğin ihtişamını, rutinin güzelliğini, geçmişin huzurunu yaşatan görsel şöleni, nostaljik müziklerle kuvvetleniyor.
Burada başı filmin İngilizce ismine de ilham kaynağı olan Lou Reed imzalı Perfect Days çekerken, Van Morrison’dan Brown Eyed Girl, Ray Davies’ten Sunny Afternoon, Rolling Stones’tan Sleepy City, Patti Smith’ten Redondo Beach, Otis Redding’ten The Dock of the Bay, yine Lou Reed’den Pale Blue Eyes, The Animals’tan The House of the Rising Sun ile Nina Simone’dan Feeling Good adlı parçaları dinliyoruz. Arada bir de Japon halk şarkısı var: Aoi Sakana.
Filmin başarısında büyük rol oynayan ve Cannes’da ödüle kavuşan 68 yaşındaki aktör Koji Yakusho, neredeyse sıfır diyalogla filmi başından alıp sonuna kadar sürüklüyor, sadeliğin rapsodisini gözler önüne seriyor.
Aslında bir “tek oyuncu” filmi olan Perfect Days’te yardımcı oyuncular da görevlerini en iyi biçimde yerine getiriyor.
Başka insanlar için her saniyesi koşuşturmacayla ve “dijital kirlenmenin” işgali altında geçen bir dünyada “kendi öncelikleriyle yaşamanın”, azla yetinmenin ve bunun huzurunu duymanın filmi Perfect Days.
Yalçın Ergir’in şiirinde olduğu gibi :
Saatin, sadece saati gösterecek
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan
Basit yaşayacaksın basit…
Yorum Yapılmamış: "Perfect Days: Bir ağaç gibi tek ve hür"