Burcu B. Bilgin
(8.0/10)
Geride bırakmaya hazırlandığımız 2024 yılının en çok konuşulan filmlerinden olan Emilia Perez, Cannes Film Festivali’nde dört başrol oyuncusuna aynı anda “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü getirdi.
Altın Küre Ödülleri’nde de 10 dalda aday gösterilen film, önce Netflix’te, şimdi de sinemalarda ve MUBİ’de gösterime girdi. Aynı zamanda Fransa’nın Oscar temsilcisi olan Emilia Perez’i izleyip sizler için değerlendirdim:
Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın kamera arkasına geçtiği filmin senaryosu Audiard, Thomas Bidegain ve Lea Mysius’un imzasını taşıyor.
Filmde Zoe Saldana, Karla Sofia Gascon, Selena Gomez, Adriana Paz ve Edgar Ramirez ana rolleri paylaşıyor. Emilia Perez, Meksikalı avukat Rita Moro Castro’nun (Zoe Saldana) eşini öldüren bir adamı savunduğu sekansla başlıyor.
Rita, içinde bulunduğu hukuk bürosuyla beraber müvekkilleri olan zengin adamın işlediği cinayeti örtbas eden ve buna intihar süsü veren bir savunma hazırlıyor. Ancak başarılı avukat aslında bu duruma içten içe isyan ediyor.
Vicdan muhasebesi yapan Rita’nın bu isyanını Meksika’daki bir pazar yerindeki kadınlarla beraber şarkı söylediği sahnede izliyoruz. Adalet terazisinin zenginler yönünde olduğunu vurgulayan bu sekansın benzerini finalde de görüyoruz.
Hukuk firması davayı kazanarak zengin adamı aklarken, savunmayı hazırlayan Rita, büyük başarısına rağmen başarıdan pay alamıyor, aynı zamanda da zaten kendisi de “çok övünülecek” bir şey yapmadığına inanıyor.
Bu duygularla kendini tuvalete atıp defalarca yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalışırken hiç beklemediği bir şey oluyor ve Rita kaçırılıyor. Böylece sürprizlerle dolu büyük macera başlıyor.
Kendini bir anda Manitas del Monte (Karla Sofia Gascon) adlı tehlikeli bir kartel liderinin karşısında bulan Rita, buraya neden getirildiğini anlamaya çalışırken çok ilginç bir teklifle karşı karşıya kalıyor.
Zira Manitas, hayatını tamamen değiştirecek bir kararı uygulamaya koymak için ömrü boyunca bir daha asla çalışmasına gerek kalmayacak bir para karşılığında Rita’nın yardımını istiyor.
“Cinsiyetini mi değiştirmek istiyorsun, yoksa hayatını mı?” sorusuna karşılık “Ne fark eder?” karşılığını alan Rita, bedeni ile ruhu arasına sıkışmış bir insanın çektiği sıkıntılarla yüz yüze geliyor.
Sürdürdüğü yaşamla seçmek istediği hayat arasında hiçbir paralellik olmayan evli ve iki çocuk babası Manitas, artık katlanamadığı acılarını özellikle Rita’ya anlatıyor. Çünkü Rita da aynı kendi gibi yaşamak istedikleri ile yaşadıkları arasında sıkışmış bir başka birey. Böylece her ikisinin de hayatı değişmeye başlıyor.
Rita, yeni ajandasıyla yola koyuluyor ve Tel Aviv’de tanıştığı “Tanrı’nın işine karışılmaz,” diyen doktor ile “müzikal bir atışma” gerçekleştiriyor ve bu çekişmeden de başarıyla ayrılıyor.
Bu arada, filmin en vurucu ve keskin yönlerinden biri de içerisinde yer alan şarkıların sözleri. Bu sözler, filmin mesajlarını belki de repliklerden çok daha ileri biçimde veriyor.
Rita, Manitas’ın yanına dönüşünde eşi Jessi (Selena Gomez) ve çocuklarıyla da tanışıyor. Sadık ve sevgi dolu bir eş görünümündeki Jessi, geleceğini kökünden değiştireceğini bilmediği bu yabancı konuğu memnuniyetle karşılıyor.
Jessi’nin de tabloya eklenmesi ile filmin ilk dramatik dönüm noktası gerçekleşiyor ve üçlünün yeni yaşamı başlıyor.
Filmin bundan sonrasında izleyiciyi coğrafyalar arası bir yolculuğa çıkaran yönetmen Audiard’ın ilk durağı Jessi ve çocukların yeni hayatlarına ev sahipliği yapacak İsviçre’nin karlar altındaki şehri Lozan ve Rita’nın yaşamaya başladığı Londra oluyor.
Aradan geçen dört senenin ardından kariyerinde ilerleyen, dış görünümünü tamamen yenileyen ve artık bambaşka biri olan Rita, nihayet mutluluğu bulmuşken yolu bu kez “Emilia Perez” ile kesişiyor.
Tepeden tırnağa bir başkası olan Manitas’ı ilk görüşte tanıyamayan Rita, aslında bir kez daha görüşmekten çok mutluluk duymasa da Emilia ile Manitas arasında bir çizgide duran bu kişinin tehditkarlığı karşısında kendini bir kez daha Meksika’da bulmak zorunda kalıyor.
Filmin ikinci dramatik dönüm noktasının ardından Audiard’ın Emilia Perez’i çekerken hedeflediği, yani meramını daha net anlattığı sekanslara geçiyoruz.
Filmin en başında Rita’nın pazar yerindeki sahnesinde verilmek istenen toplumsal ve siyasi mesajlar, buradan sonra biraz daha iyi oturuyor.
Meksika’nın meşhur insan kaçakçılığı, kayıplar, kayıp kisvesi altındaki cinayetler gibi sıkça dünya gündemine oturduğu konular, Rita ile Emilia Perez’in de ana gündemi oluyor.
Cinsiyet değişimi ameliyatı için görüştüğü doktora “Beden değişirse ruh da değişir. Ruh değişirse toplum değişir,” diyen Rita ile geçmişe sünger çekip eski günahlarını temize çekmeye uğraşan Emilia, bir dernek kurarak kendilerini kayıp kişileri bulmaya adıyor.
Kayıplarını arayan ailelerden biri adına gelen Epifania (Adriana Paz) sayesinde bugüne kadar tanışmadığı duygularla ve “yepyeni kadınlığıyla” tanışan Emilia, bu sayede kabuğundan çıkıp gerçekten ruhunu değiştiriyor, bu arada toplumu da…
Ancak bu arada ruhundaki ve hayatındaki değişimi özümseme ve benimseme konusunda bazı zorluklarla karşılaşan Emilia Perez, bu kafa karışıklığının bedelini Jessi’ye ödetmeye kalkınca bu defa ortaya eski yaşamında kendisinin olduğu gibi maskelen ve acımasız bir erkek figür çıkıyor: Gustavo Brun (Edgar Ramirez)
Her şeyi “eski yollarla” halletmeye kalkışan Emilia, artık Manitas olmadığını ve onun yöntemleriyle hareket etmenin yeni benliğiyle ters düştüğünü acı yollardan öğreniyor, bedelini de yaşamındaki herkese ödeterek.
Film böylece bireyin dönüşümünün ardından bir daha geriye dönüşünün çok kolay olmayacağını ve hatta olmaması gerektiğini etkileyici finaliyle ortaya koyuyor.
Emilia Perez’in son sahnesi ise yine ilk sekanstaki gibi kadınların toplu yürüyüşü ve seslendirdikleri isyankar şarkı ile oluyor. Böylece bir çok konuda değişik mesajlar verilen serüven enteresan biçimde son buluyor.
Toplumsal ve siyasi sorunlardan bireyin cinsel özgürlüğüne, çarpık devlet yapılarından hukuk sistemindeki bozukluğa kadar pek çok konuyu ele alan, ancak bunu da eğlenceli ve renkli bir havada, şarkılar eşliğinde işleyen müzikal, izleyiciyi sıkmadan ilerliyor.
Buna karşın Emilia Perez’in on üzerinden on almasına engel olan bazı sorunları da var. Bunların başında filmin konudan konuya atlayıp tam bir şeyi anlatacakken öbürüne geçmesi, yani protagonisti Emilia gibi “kafasının karışık olması” geliyor.
Bu durum bir taraftan senaryoda yapısal bir sorun oluşturmanın yanında karakter dönüşümlerinin izlenmesini de zorlaştırıyor. Aynı zamanda filmdeki bazı oyuncuların rollerinin gereğinden az olmasına, çok başarılı isimlerden gerektiği gibi yararlanılamamasına neden oluyor.
Mesela Jessi ile Gustavo’nun ilişkisi havada kalıyor, Jessi’yi yakından tanıyamıyoruz ve böylece Edgar Ramirez ve Selena Gomez’i daha fazla izleme fırsatını da yakalayamıyoruz.
Selena Gomez, Disney Plus kanalında yayınlanan Only Murders in the Building dizisiyle de rüştünü çoktan ispat etti.Steve Martin ile Martin Short gibi iki büyük usta karşısında asla ezilmeyen, hatta çok sayıda ödül alan Gomez, aynı zamanda çok iyi bir şarkıcı olduğu için aslında Emilia Perez gibi bir müzikal için biçilmiş kaftan.
Buna karşın Gomez senaryoda çok az yer alıyor. Cannes jürisinin oyuncunun kısa rolüne karşın performansını ödüllendirerek emeğinin karşılığını vermesi büyük artı.
Venezüelalı aktör Edgar Ramirez ile yine Cannes tarafından ödüllendirilen, ancak senaryoda yeterli etkinliği bulamayan Epifania rolündeki Adriana Paz da aynı kaderi paylaşıyor.
Senaryodaki bu sıkıntıya rağmen filmde oynayan bütün başrol oyuncuları çok iyi performans sergiliyor. Tabii filmi sırtlayan Karla Sofia Gascon ve Zoe Saldana için ayrı birer parantez açmak gerekiyor.
Aynı Emilia gibi hayatının bir kısmını erkek olarak geçiren, hatta aile kuran Gascon, cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirerek kadın olmayı seçmiş. Bu konuda çocuklarının annesi olan eşinin de büyük desteğini görmüş.
Gascon, burada aldığı ödülle Cannes’da ilk defa “En İyi Kadın Oyuncu” seçilen ilk trans birey olma özelliğini de taşıyor. Film boyunca hem erkek, hem de kadın olarak izlediğimiz Gascon, büyük bir alkışı hak ediyor.
Avatar filmiyle parlayan ve çok başarılı bir oyuncu olan Zoe Saldana da haklarını savunamayan bir avukattan hak savunuculuğuna geçen Rita rolüyle aldığı ödülü sonuna kadar hak ettiğini gözler önüne seriyor.
Netice itibarıyla Emilia Perez, her ne kadar Mahsun Kırmızıgül filmleri gibi her konuyu işleme derdine düşüp onları hızla geçme çabasında olsa da bir çok yönden dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor.
Emilia Perez, müzikal gibi bir türe toplumsal ve sosyal konuları enjekte ederek zor bir yolda ilerliyor. Çünkü La La Land gibi bir filmin teması müzikale çok daha uygun olsa da “ciddi konuları” eğlenceli bir tonda işleyerek türler arası geçişler yapmak çok kolay değil. Film, bu yönüyle oldukça deneysel ve öncül.
Oyuncuların performansı, görüntü yönetimi, yönetmenin başarılı kamera açıları ve kalabalık sahnelerdeki rengarenk havasıyla da öne çıkan film, bu sayede bazı eksiklerinin üzerini örtmeyi başarıyor. İzlemenizi tavsiye ederim.
Yorum Yapılmamış: "Emilia Perez: Şimdi gel de gör beni"