Burcu B. Bilgin
Kuzey kültürünün iflah olmaz bir hayranı olarak senelerdir hayalini kurduğum projeyi sonunda gerçekleştirdim. Güneş-kum-deniz zaten öyle çok bana göre değil diye düşündüğümden tüm Türkiye sıcaktan yanarken valizimi topladım ve Vikingler diyarının yolunu tuttum.
Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da başlayıp Stockholm’de son bulan bu 9 günlük gezimde, dağ, tepe, doğa, kültür durakları, müzeler ve yaşam kültürüyle İskandinavya’yı keşfettim. İşte benim gözlemlediklerimle Vikingler diyarı için mini bir seyahat rehberi:
İSKANDİNAVYA FOTO GALERİ İÇİN LİNKE TIKLAYIN
– Küçük Deniz Kızı Heykeli: İskandinavya turunda ilk durağım Kopenhag oldu. Gitmeyeli 10 yılı geçmişti, bu ikinci ziyaretim. Kopenhag’daki en büyük değişim hiç kuşkusuz Ortadoğu halklarının, özellikle Suriyeli göçmenlerin gelişi olmuş. Onun dışında her Avrupa kenti gibi fazlaca bir değişiklik yok.
Kopenhag’ın en meşhur simgesi Deniz Kızı heykeli. Aşık olduğu prense kavuşamayıp deniz köpüğüne dönüşen bahtsız deniz kızının öyküsünü anlatan bir baleyi izleyen heykeltıraş Edvard Eriksen heves edip heykelini yapmak istemiş. Ama balerin çıplak poz vermeye razı olmadığı için onun başını, kendi karısının da vücudunu model olarak kullanan Eriksen’in heykeli 1.25 boyunda küçücük bir şey. Fotoğraf çektirmek isterseniz dibine kadar yaklaşmanız lazım.
Kentin en güzel mekanlarından Tivoli bahçeleri ise Disneyland’in küçük ölçeklisi sayılabilecek bir yer. Peyzajı çok güzel, ayrıca tiyatro, opera, bale, konser her türlü sanat etkinliği de sahneleniyor. Gidene mutlaka gezmesini öneririm.
-Saga Noren, Lanskrim Malmö: Danimarka’yı İsveç’e bağlayan Öresund Köprüsü. O kadar mühimseniyor ki 2000 yılında Danimarka Prensi Frederik ve İsveç Prensesi Victoria’nın tam ortasında buluşmasıyla açılmış, şenlikler yapılmış, maraton koşulmuş.
Köprü 7 bin 845 metre uzunluğunda, karşılaştırmanız için bizim Boğaz Köprüsü 1.560 metre. Benim de fanatiği olduğum Danimarka-İsveç ortak yapımı Bron/Broen yani Köprü isimli dizinin de mekanı bu köprü. Şahsına münhasır kadın dedektif Saga Noren’in köprünün tam ortasında işlenen cinayet sebebiyle olay her iki ülkeyi ilgilendirdiğinden Danimarkalı bir başka polis dedektifiyle soruşturmaya başlamasını konu alıyor. Dizide hiç üşenmeden her telefonu açısında ”Saga Noren Lanskrim Malmö/Saga Noren Malmö Emniyeti” diyen Saga’nın köprüsünden geçerken kendimi dizinin tam ortasındaymış gibi hissettim.
Malmö’ye gelince, geniş parkları ve sakin yaşamıyla hani ”yaşlanınca küçük kasabaya yerleşmek isteyenler” için ideal. Pazar günü daha bir sessizdi. İsveç’te inanandan çok ateist olduğu için kilise de tenhaydı. Şehirdeki birçok bina zaten Lanskrim Malmö’ye benzediğinden hangisi olduğunu bulmak zor, ama sordum gösterdiler. Kentin medar-ı iftiharı ise Malmö futbol takımı…
-Oslo’nun İstiklal’i ve dilencileri: Danimarka ile Norveç arasındaki yolu gece yolculuğu ile gemiyle geçebilirsiniz. Ama geminizi iyi seçmenizi öneririm. Eğer benim yolculuk ettiğim gibi Leonardo’nun Titanic’te kaldığı kamaraları bulunan bir gemide seyahat ederseniz klostrofobi edinebilirsiniz.
Norveç’in başkenti Oslo, Kopenhag ve Stockholm’e göre küçük bir kent. Ana caddesi Karl Johans Gate bizim İstiklal’in ufak çaplısı ve piyasa burada dönüyor. Hard Rock Cafe en çok tercih edilen mekanı. Ancak bu restoranlardan birinde oturacaksanız garson gelmeden sakın yerinize geçmeyin, feci şekilde uyarılıyorsunuz.
Uyarılma demişken Norveç aşırı kuralcı bir ülke. İsveç ve Danimarka’nın ”large” durumları burada yok. Çocuk menüsünden pizza seçtiğimde ”10 yaşından büyüksünüz” dediler mesela. Bütün masalar boş bile olsa mekana giremiyorsunuz, garson size ”arkadaşın mesaisi 15 dakika sonra başlıyor, onu bekleyin” diyebiliyor.
Bu caddede Ortadoğu halklarından birçok insanı dilenirken görebiliyorsunuz. Öyle ki İstiklal demişken tam karşılığı oluyor. Yine aynı şekilde Greenpeace, PETA vs. gibi kuruluşların gönüllüleri ise adım başında sizi durduruyor.
Heykeltıraş Gustav Vigeland’ın eserlerinin bulunduğu açık hava müzesi ise gezilmesi gereken mekanlar arasında yer alıyor.
-Norveç erkekleri ve Fargo styla: İskandinav coğrafyasındaki en ilginç erkek popülasyonu da Norveç’te. Yere tüküren en az 10 kişi gördüm. Çarptıkları zaman bile pardon demiyor, yol soran turiste sinirleniyorlar. Maço Norveç erkekleri kırsala geldiğinizde ise bu kez ben diyeyim Fargo, siz deyin Trainspotting çetesi gibi bir hal alıyorlar. Kayak merkezi Geilo’ya yakın bir mola yerinde bir vesileyle konuştuğumuz turuncu tulumlu, sarı çizmeli, dişleri sarı ve kırık bir yöre sakini ile balkonda onu bekleyen kirli fanilalı Kolombiyalı uyuşturucu satıcısını andıran arkadaşını Coen kardeşler mutlaka görmeli.
-İskandinavya erkek/kadın modası: İsveç, Norveç ve Danimarka, Hipster dediğimiz moda akımında başı çeken ülkelerdi. Lakin beyler şunu söyleyeyim ki artık Hipster modası buraları terk etmiş. İskandinav erkekleri ya saçlarını uzatıp tepede ufak, gevşek bir topuz yapıyor ya da Ragnar Lothbrok stili yanlarını kazıyor. Şıklık diye bir sıkıntıları yok, çünkü ne giyseler zaten yakışıyor. Rock tarzı da epeyce hakim, bol dövmelerle birlikte elbette… Yakışıklılık sıralaması yaparsak İsveç, Danimarka ve Norveç diye gidiyor.
Kadınlara gelince Kopenhag’ın kadınları hem şık hem de çok güzeller. Londra/Paris/New York çizgisinde giyinen kadınlar daha çok Danimarka’da. Norveçliler rahatlarına çok düşkün, oldukça spor giyiniyorlar. İsveç kızları ise özgür ve trendy.
-Çığlık, doğa ve hayatın acıları: Oslo’da mutlaka görülmesi gereken mekan elbette ki Nasjonalmuseet. Eğer National Gallery derseniz neresi olduğunu gösterebilen fazla kişi çıkmıyor. Yeri az önce bahsettiğim Karl Johans Gate’i kesen ikinci sokak. Müzede Norveçli ressam Edvard Munch’un imzasını taşıyan, dünyanın Mona Lisa’dan sonra en ünlü ikinci tablosu sayılan Çığlık da var. Çığlık, İngilizce konuşanlara göre Scream, ama orijinal adıyla Skrik. Aslında ani sıkıntı, anksiyete nöbeti, boğuntu gibi bir anlama geliyor.
Munch, 1893 tarihli tablosunda kendi yaşadığı bir olayı resmetmiş. Arkadaşlarıyla köprüde giderken aniden kendi deyimiyle ”doğanın çığlığını” duyup ani bir ”boğuntu” geçirmiş ve bu tabloyu yapmış. Dışavurumcu eser 91 cm boyunda. Müzede rastladığım Türk bir amca ”bir şeye benzemiyor, boşver, dön” dese de aslında ne kadar bakarsanız o kadar fazla şey buluyorsunuz.
Çığlık dışında müzede Munch’un çeşitli dönemlere ait başka eserleri, Norveçli ressamların özellikle doğayı, yöredeki yaşantıyı ve bölge insanını işledikleri tabloları, Monet, Renoir, Gaughin, Picasso, Matisse gibi ünlü ressamların yapıtları da sunuluyor. Munch’un Hasta Odasında Ölüm, Madonna, Hasta Çocuk, Arne Ekaland’ın Son Vuruşlar, Picasso’nun Kafedeki Yoksul Çift, Goya Picador’un Portresi, Rubens Snyders’in dev boyutlu A Game Stall adlı tabloları müzedeki çarpıcı eserlerden. Özellikle Norveç resim sanatını anlamanız için gezmeniz gereken bir mekan. Pazartesi günleri kapalı, Perşembe’leri ise girişler ücretsiz.
-Çin işkencesi: Yazımın bu bölümünde Uzakdoğulu dostlarımıza biraz sitem etmek istiyorum. Bugüne kadar acaba Çinli gruplarla ben mi rastlaşmadım bilemem ama İskandinavya turumu gemiden başlayarak tatilimi sürekli sabote ettiler. Binlerce kez çarpıp özür dilemedikleri gibi İsveç Vasa Müzesi’nde tuvalet kapısına tekme attılar. Oslo Ulusal Müze’de Munch tablolarını elledikleri için güvenlik gelip uyardı. Dağ treninde bir dakika sakin durmadıkları gibi aynı şey oldu. Yanlarında taşıyıp sürekli yiyip içtikleri kokulu mamuller de cabası. Bence Çin Seddi onları bu tarafa geçirmemek için yapılmış olabilir. Sakin olun hanımlar, beyler…
-Bergen, dağ treni ve periler: Norveç gölleri, dağları, fiyortları, yeşillikleri, sivri çatılı evleriyle doğa harikası bir ülke. Roman filan yazmak istiyorsanız kiralayın bir ev, üç cildi bitirirsiniz.
Ülkenin ikinci büyük kenti Bergen pek şirin bir yer. Balığın en güzelini yiyebileceğiniz bu kentin limanındaki restoranları öneririm. Yalnız balina ve köpekbalığı da servis ediliyor, bunları yemek istemiyorsanız menüye dikkat edin, özellikle karışık balık tabağı sipariş ederken… Gece hayatı ise Oslo’nun da bir tık altında olan Bergen’de sezon sonu Fethiye barları havasını solumak mümkün. Genelde yağmurlu, yılın 280 günü yağış alıyormuş. Avrupa’nın en yağmurlu kentiymiş. Ben de ıslandım tabii…
Flam ise dağ treniyle doğal güzellikle izleyebileceğiniz bir yer. Kjofossen Şelalesi’nin yanında verilen molada ”periler” diye adlandırılan performans sanatçıları, Kjofossen Şelalesi’nin yanında büyüleyici bir müzik eşliğinde kısa bir gösteri sunuyor.
Norveç ile ilgili son bir not, eğer diğer İskandinavya ülkelerini de gezecekseniz Norveç’te fazla para harcamamaya bakın, çünkü fiyatları bize kıyasla çok pahalı. Ayrıca Kayserili zekasına sahipler. Kredi kartıyla 10 kron satıyorlar ve tuvaletler paralı. Yerel pazarları öneririm, pazarlıkla çok da indirebiliyorsunuz fiyatları…
-Uyumaya mı geldik: Altı ay gündüz periyodunda gittiğim için güneş akşam 22.00 gibi ancak batıyordu. Saat 04.30 gibi de gözünüze giren güneşle uyanıyorsunuz. Yani uykunuz gelmiyor, ama tam uyumaya kalkınca da sabah oluyor. Bu arada altı ay geceyi de yaşamıştım, inanın bu daha güzel…
Bu mevsimde ne giyilir konusuna gelince, en kuzey kesimler 12 dereceye kadar düşebiliyor. Şehirlerde ise Kopenhag ve Oslo 18-21 derece civarında, ince bir mont veya sweat shirt kurtarır. Üşümeyenler tişört ve gömlekle de dolaşabilir. Stockholm çok daha sıcak, 25 dereceye kadar yükselebiliyor.
Her üç şehir için de uyarım mutlaka şemsiye götürün ve yanınızdan ayırmayın. Hava çok güzel olsa bile aniden değişiyor ve sağanak yağmur bastırabiliyor.
-Gözlerine mürekkep sıkıyorlarmış: Gittiğim tüm İskandinav kentleri içinde en çok Stockholm’ü sevdim. Her ne kadar kente adım atar atmaz Hıristiyan olmam için çağrı yapan bir rahip ve arkadaşına galiz küfürler eden bir Türk ile burun buruna gelsem de bir daha gidilecekler listeme girdi.
Her ne kadar bizim rehber İlhan Öztürk’ün anlattığına göre geçmişte ”ari ırk” yaratma” sevdasıyla ataları tarafından sarışın olmayanların öldürülmesi, mavi gözlü olmayanların gözüne mürekkep sıkılması gibi gariplikler olsa da şu andaki insanı sevecen, bayağı da yardımsever. Adresini sorduğunuz müzenin kapısına kadar bırakanlar bile çıkıyor.
Özgürlüklerin sonuna kadar yaşandığı kent, sık sık aktivistlerin eylemlerine de sahne oluyor. Bu eylemlerden birini de şehir merkezinde göçmenler yapıyordu.
Ayrıca tam bir rock cenneti. Üstelik de old school rock kafası hakim. Yani Motörhead, Anthrax, AC/DC, Deep Purple gibi klasikleşmiş rock grupları dinliyorlar. İskandinav rock toplulukları bayağı bol. Dövmeli, motorlu, eski station wagon Fargo stili arabalarla rock tayfası her yerde. Stockholm’ün en büyük rock mağazasını ise ilginç bir şekilde rock dinlediğine ihtimal vermediğim halim selim Hintli bir baba ile iki oğlu işletiyor.
-Müze cenneti: Stockholm, hem çok canlı, hem de kültür açısından çok zengin. Müzeler Adası da denilen Djurgarden, çok sayıda müze, kafeler, restoranlar, Gronalund isimli eğlence parkı, hayvanların özgürce dolaştığı Skansken adlı açık hava müzesiyle kentin kalbi.
ABBA Müzesi’nde topluluğun özel eşyalarından turne kıyafetlerine, çalışma ve dinlenme mekanlarından arabalarına kadar her şeyi sergileniyor. Çok güzel bir kafeteryası ve zengin bir mağazası var. Mesela ABBA üyelerinin kimonosunun, terliğinin benzerini alabiliyorsunuz. Topluluğun büyük kartonetlerinin arkasına geçip ABBA üyesiymiş gibi fotoğraf çektirmek ve müzede hazırlanan sahnede karaoke yapmak da ziyaretinize renk katıyor.
1628 yılında henüz ilk yolculuğunda 1 mil bile gitmeden batan ve neden battığı hala çözülemeyen Vasa Gemisi, 1961 yılında 15 mürettebatın cesediyle beraber çıkarılmış. Bu gemi şimdi adanın en çok ziyaretçi çeken müzesinde sergileniyor. İnanması zor ama karşınızda sapasağlam bir tarih duruyor ve neden battığına siz de kafa yoruyorsunuz. Müze, Stockholm’ün en çok ziyaret edilen mekanları arasında yer alıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşuyor.
Nordiska Müzesi görkemli bir şatoda kurulu, İsveç tarihini, yaşantısını ve kültürünü anlatan, mutlaka gezilmesi gereken bir müze. Bir de müthiş bir fotoğraf müzesi olan Fotografiska var ki onu ayrıca yazacağım.
-Ragnar gerçeği: Coğrafya boyunca Vikinglerin tarihine, halen korunan kayıklarına, savaş aletlerine, gotik hissiyat veren mezarlıklarına rastlarken efsane kral Ragnar Lothbrok’un izini sürdüm. Neticede karar verdim ki Ragnar tam anlamıyla İsveç kanı taşıyor çünkü torunları en az onu canlandıran Travis Fimmel kadar yakışıklı, sempatik ve şeytan tüyüne sahipler.
Ragnar gerçeğine gelince, eski bir aktör olan İsveçli bir taksici, bir müze görevlisi ve sohbet ettiğim vatandaşlardan öğrendiğim bilgilerin toplamı… Öncelikle Ragnar’ın 2 değil en az 5 karısı varmış, ikisi bizim bildiğimiz Lagertha ve Aslaug. Aslaug, dizideki gibi sünepe bir hatun değilmiş, o da savaşçıymış. Ragnar’ın 5 değil 14 oğlu varmış. Ayrıca sayılamayacak kadar çok kadından da çocukları bulunuyormuş. İskandinav coğrafyasında Ragnar’a bayılıyorlar. Vikings dizisinin ise turist sayısını artırdığını söylüyorlar.
-Alışveriş: Kopenhag’da tüm markaları bulabilirsiniz, fiyatları mutlaka karşılaştırın. Her üç ülkede İsveç markası olan H&M çok ucuz. BikBok, Vero Moda, Björn Borg, Modström gibi İskandinavya markalarını keşfedebilirsiniz. Norveç’te ikinci el mağazaları çok keyifli, bulun ve keşfedin.
Yerel ürünler özellikle kırsal kesimde daha uygun, mola yerlerini tercih edebilirsiniz. İsveç’te Gamla Stan yani eski şehirde yerel ürünler bolca. Yine Face hem ucuz, hem de kaliteli bir kozmetik markası. Stockholm’de birçok yerde var. Müze mağazalarından ise kesinlikle alışveriş etmelisiniz, ama her şeyi alışveriş sepetine doldururken faturanın uçmamasına dikkat edin.
Sonuç olarak doğal güzelliklere aşık insanlar için İskandinavya mutlaka gezilmeli. Kayak sevenler kışın, biraz serinleyip kentlerin tadını çıkarmak isteyenler yazın gitmeli. Alışveriş ederken fiyat karşılaştırmadan almayın, üç ülkenin para birimleri olan kronlar aşağı yukarı birbirine yakın. Euro da kabul ediliyor ama toplu taşımada vs. kullanamıyorsunuz. Yanınıza mutlaka şemsiye alın, gidecek olanlara şimdiden güzel gezmeler…
6 Yorumlar: "Vikingler diyarı için mini seyahat rehberi"
Dilara ataç 9 Ağustos 2016 (17:55)
Cok tesekkurler…
sinekaf 9 Ağustos 2016 (21:25)
Biz teşekkür ederiz
Ceyhun Ergüven 9 Ağustos 2016 (19:17)
Norveç’i görmedim ama Stockholm ve Kopenhag harika iki şehir,
İsveç ve Danimarka harika iki ülke…
Ayrıca Goteburg da gezilesi, görülesi bir şehir…
Ailevi bir durum nedeniyle İsveç benim için ayrı bir anlam ifade eder.
bu ülkeye iki defa gittim. 1970 ve 2012’de… Aradan geçen 42 yılda sanki
zaman donmuş. Stockholm, genel haliyle tıpatıp aynı kalmış…
42 yıl aradan sonra ikinci ziyaret çok heyecan vericiydi!
sinekaf 9 Ağustos 2016 (21:25)
Aynı fikirdeyim. Ben de Goteburg’u görmedim bu arada
(Burcu B.)
Dilek SAMSUN 10 Ağustos 2016 (00:08)
Bayıldım yazınıza!!! Norveç Erkekleri kısmına şok olmadım değil 🙂 Evet koca yazıda şaşırdığım nokta orasıydı algıda seçicilik sanırım :))
sinekaf 13 Ağustos 2016 (20:36)
Çok şaşırdığını söyleyen oluyor ama Avrupa genelinde bilinen bir şeymiş 🙂