Burcu B. Bilgin
(6.0/10)
Emily in Paris, bundan dört yıl önce tüm dünyanın pandeminin ortasında olduğu bir dönemde izleyiciyle tanıştı.
Evlere kapanmış bünyelere ışıltılı Paris sokaklarını ve özlediği görüntüleri geri getiren dizi, Fransızlar’ı bir hayli kızdırsa da eğlenceli konusuyla dikkatleri üzerine topladı. Şu günlerde Netflix’te 4. sezonunun ilk kısmı yayınlanan dizinin yeni bölümlerini izleyip sizler için değerlendirdim:
Başrolde dünyaca ünlü şarkıcı Phil Collins’in kızı Lily Collins’in yer aldığı Emily in Paris, biraz Sex and the City, biraz Gossip Girl, bolca da Paris’i harmanlayarak seyirciye sunuyor.
Kruvasanlı kahvaltılar, Fransız bereleri, Eyfel kulesi, elegant şıklık derken bir anda gündem olan dizi, hem bolca turisti dünyanın en güzel şehirlerinden Paris’e çekti, hem de diziye büyük reyting getirdi.
Özellikle ilk sezonunda Fransızlar’ın ekrana olumsuz yansıtıldığı, Paris’in Eyfel Kulesi ve kruvasandan ibaret olmadığı, dizide neredeyse hiç Fransızca konuşulmadığı gibi eleştirilerle de gündem olan dizi, eleştirenlere rağmen çok izleyici topladı.
Oyuncu kadrosu Lily Collins, Ashley Park ve Lucien Laviscount haricinde Fransızlar’dan oluşan dizi, kendini Gabriel (Lucas Bravo) ve Alfie (Lucien Laviscount) arasında aşk üçgeninde bulan Emily’nin ülkesine dönmek üzereyken yeni bir kararla Parisli olmaya karar vermesiyle üçüncü sezona veda etmişti.
Dördüncü sezonun başında ise Gabriel ile evlenmek üzereyken düğünü yarım kalan Camille’in (Camille Razat) ortadan kaybolmasının ardından yaşananları izliyoruz.
Bu arada, Emily’nin, Sylvie (Filipin Leroy-Beaulieu) tarafından yeni kurulan reklam ajansı içinde günden güne daha fazla tutulmasının öyküsü de ekrana gelmeye başlıyor.
Ancak sezonun kekremsi bir tat bırakan ilk ayrıntısı, dizinin ana cazibe kaynağı olan Paris’in dizideki ağırlığını aşırı derecede kaybetmesi oluyor.
Aralarda Boğaz Köprüsü görüntüleri verilen Türk dizileri gibi Eyfel ve Champs-Elysees ile geçişler yapılması dışında aşık olduğumuz Paris sokaklarını, kafelerini, mağazalarını artık çok göremez oluyoruz.
Emily’nin, Carrie Bradshaw’un Sex and the City’deki kıyafetlerine taş çıkaran rengarenk giysileriyle Instagram’dan sürekli yayın ve paylaşım yapması da dizinin ana eksenine oturan bir başka durumdu.
Ancak dördüncü sezonda Emily’nin, bu eğlenceli özelliklerinin budandığını, onun çok daha farklı bir karaktere dönüştürüldüğünü fark ediyoruz.
Sadık izleyicisinin sakarlıkları, saflıkları ve vurdumduymazlığı ile kabullendiği Emily’nin de yeni sezonda reklam dünyasında yepyeni bir Don Draper gibi çarpıcı fikirlerle parladığını, artık sakar ve saf bir kız değil Audrey Hepburn asaletiyle Paris sokaklarında salınan bir leydiye dönüştüğünü izliyoruz.
Ancak daha bir sezon önce tamamen farklı bir şekilde seyrettiğimiz Emily Cooper’ın bir anda böyle bir metamorfoz geçirmesi açıkçası şaşkınlık uyandırıyor.
Eskiden sokakta iki adım atmaya çalışırken kaldırımlara takılmasıyla, gerçekleri olmadık yerlerde söylemesiyle, bir şeyleri düzeltmek adına büsbütün bozmasıyla tanınan bu tuhaf kahramanın geçirdiği dönüşüme neden gerek duyulduğunu anlamak ise mümkün değil.
Bu arada, Emily’de değişen sadece karakteri değil, hayattaki duruşu ve özel yaşamındaki çalkantılar da bununla beraber değişiyor.
Her ne kadar halen tüm çabalarına rağmen Fransızca konuşamıyor olsa da Gabriel ile özel hayatı oldukça rayına giriyor. Ancak izleyici buna pek de sevinemiyor.
Zira kaç sezondur bir türlü kavuşamayan ve seyircinin bir araya gelmesini beklediği Emily ile Gabriel’in kavuşmasıyla beraber aralarında aslında hiç de kimya olmadığını fark ediyoruz.
Bu arada son olarak Bridgerton dizisindeki fayton sahnesiyle günlerce konuşulan Netflix, nedense Emily ile Gabriel’in çatıdaki yakınlaşmasını bile göstermiyor.
Lily Collins’in Türkan Şoray kanunları mı var bilinmez ama onun gibi kuralları olan, bunu bırakın yeni sezonda çoğunlukla boğazına kadar kapalı elbiseler içinde yüzen bir Emily ile karşılaşıyoruz.
Emily Cooper’dan diğer kahramanlara geçtiğimizde onların eğlenceli sahnelerinin de yeni sezonda azalmış olduğunu görüyoruz.
Büyük çoğunluğunu Türkiye’de “Menajerimi Arayın” ismiyle gösterilen Dix Pour Cent adlı Fransız dizisinden tanıdığımız bu birbirinden eğlenceli ve yetenekli karakterlerin üzerine de Emily gibi adeta ölü toprağı serpilmiş durumda.
Otoriterliği ile her daim ortalığı domine eden, herkesi yönetmeye çalışan ve hırsı yüzünden çoğunlukla Emily gibi ortalığı karıştıran reklam kraliçesi Sylvie ise yeni sezonda şıklığı ve zarafeti ile ön plana çıkıyor.
Dördüncü sezonda Sylvie ile Mindy Chen’i “Me Too” hareketi günlerini anımsatan bir ifşa içinde izliyoruz. JVMA adlı büyük reklam şirketine karşı kolları sıvayan ve ifşada bulunan ikilinin bu öyküsünün de başlaması ile bitmesi bir oluyor. Zira bu hikaye de sezondaki diğer konular gibi havada kalıyor.
Aynı şekilde Gabriel’in restoranını merkez alarak Michelin sistemini ele almaya çabalayan dizi, bu konuyu da diğerleri gibi hızla bitirerek yarım bırakıyor.
Camille karakterinin giderek kapı dinleyen, entrikalar ve yalanlarla hayatını sürdüren yerli dizi karakterlerine benzediği de gözden kaçmıyor ve merak davet etmiyor.
Geçen sezonlarda modacı Pierre Cadault karakterinin yarattığı şamata, reklam ajansındaki kadronun eğlenceli karmaşası, Emily ve Mindy’nin Paris’te tutunma çabaları ve karmaşık aşk hikayeleri ile hoşça vakit geçirten çerezlik dizi, artık bu iddiasını geride bırakmışa benziyor.
Bunun yerine tekrarlar, tahmin edilebilen gelişmeler ve benzer entrikalar ile zorlama bir yapıma dönüşen Emily in Paris, kısa bölüm süresi içerisinde bile sıkıcı olmayı başarıyor.
Elindeki koz olan Paris sokaklarını kaybeden, sadece görüntü yönetimi ve renkli, eğlenceli kostümlere yaslanarak yol almaya çabalayan dizi, dördüncü sezonun ilk beş bölümünde karaya oturmuş gibi görünüyor.
Ekrana 12 Eylül 2024 tarihinden itibaren gelecek olan ikinci beş bölümde bu çizgi değişmezse dizinin sonu gelmişe benziyor ki Emily in Paris’in beşinci sezonuna da aslında gerek yok. Belki de zaten dördüncü sezon da olmamalıydı ve her şey tadında kalmalıydı.
Yorum Yapılmamış: "Emily in Paris 4. sezon ilk kısım: Keşke tadında kalsaydı"