Burcu B. Bilgin
Böyle bir yazıyı bir süredir yazmayı düşünüyordum ama bazı gelişmeler öne çekmeme neden oldu. Birincisi Tarık Akan’ın erken ölümünün ardından seyircisinin döktüğü samimi gözyaşları, diğeri ise sosyal medyada bir filmin reklamı için yapılan paylaşımın bana düşündürdükleri…
Usta sanatçı Tarık Akan’ın kaybının ardından Star TV’de gündüz saatlerinde iki filmi gösterildi: Mavi Boncuk ve Tatlı Dillim… Mavi Boncuk filmi 1974, Tatlı Dillim ise 1972 yapımı… Yani her ikisi de çevrildiğinde bebek olanlar şimdi 30’lu yaşların sonunu sürüyor. Filmlerin ikisi de Twitter’da TT oldu, yani izleyicinin eski filmlere sevgisini, hasretini bir kez daha görmüş olduk.
Eski yerlilere ilgi yıllardır hiç azalmıyor. Mesela, Hababam Sınıfı serisi her ekrana gelişinde günün en çok izlenenleri arasında mutlaka ilk 3’e mutlaka giriyor, hatta zirvede dahi yer alıyor. Çekirdek kadroyla çevrilen son Hababam Sınıfı filmi 1978 tarihli. Sonuçta, bugünün Hababam Sınıfı fanatiklerinin büyük kısmı kısa pantolonlu gezmeyi bırakın henüz dünyaya bile gelmemişti.
İkincisi, Facebook’ta geçenlerde yeni gösterime girecek bir yerli filmin tanıtımını gördüm. Altındaki yorumlara bir göz atayım dedim, sitem etmeyi geçtim küfürler dahi vardı. İster öfkeli, ister sağduyuyla eleştirmiş olsun bu yorumların ortak noktası izleyicinin yerli sinemaya karşı artık içinden taşan bir tepkisinin oluşuydu. Bazıları da eski yerli filmlere özlemini dile getiriyordu.
Peki 1970’li yılların yapımı komedi filmlerini her görüşünde oturup izleyen, sahnelerini dahi ezberleyen seyirci neden bugünün sinemasından bucak bucak kaçıyor? Sebepleri iyi düşünürsek aslında kolay:
1- Seyirci, şimdinin kaba komedilerini sevmiyor: Vakti zamanında Kemal Sunal’ın bazı filmleri küfürlü bulunur, hatta aileleri çocuklarının küfre alıştığını düşünürdü. Kaldı ki oradaki en baba küfür ”lan it oğlu it” veya ”eşşoğlu eşşek” tarzında şeylerdi. Bu filmlerin ne kadar haksızlığa uğradığını şimdilerde daha iyi anlıyoruz.
Şimdi ise kaba komedilerin büyük kısmı küfür ve zekadan yoksun esprilere dayalı… Gaz çıkarmak, kusmak, kaşınmak, insanları aşağılayan hitaplarla konuşmak, bel altı sözler, kafadan aşağı kovayla dışkı boşaltılması gibi mide bulandırıcı esprilerle komedi filmi çevriliyor. Beş yaşındaki çocuk seviyesindeki esprilere dayalı bu filmler gişe rekorları kırsa da bu kitlenin en az iki katını da sinema salonlarından uzaklaştırıyor.
Halbuki Hababam Sınıfı öğrencilerinin sevimli atışmaları, Mavi Boncuk’ta kafadarların Emel Sayın’ı kaçırma macerası, Gülen Gözler’deki çılgın aşık Vecihi’nin sevdiği kız uğruna evinin üzerinde uçuş yapması, Ofsayt Osman’ın ”yine mi gol değil” serzenişleri, bu kabalığın yanından bile geçmezdi. O nedenle hala bu filmlerin her sahnesi ezbere biliniyor.
2- Oyuncularla samimi bağ kurulamıyor: Eski yerli filmlerle büyüyen nesli geçtim şimdinin henüz lise, hatta ilköğretim çağındaki çocukları, gençleri dahi eskinin oyuncularını el üstünde tutuyor. Her ne kadar bugün de yetenekli oyuncular olsa dahi izleyici, ”ailesinin bir üyesi” gibi kabul ettiği o sanatçılarla kurduğu gönül bağını yakalayamıyor.
Sosyal medyanın yayılması, hayatın neredeyse akıllı telefon ekranında akması, magazin basınının oyuncuları hayatlarının tüm detaylarıyla sergilemesi aslında onları fazlasıyla göz önünde ve ”ulaşılabilir” kıldı. O nedenle sempati kadar antipati duyulması da doğal. Bir zamanların oyuncularına erişmek ise gerçekten olaydı. Onun için hem samimi, hem de ”gerçek yıldız” izlenimi veriyorlardı.
Bu sebeplerle artık Tarık Akan, Zeki Alasya, Kemal Sunal gibi arkasından ağlanacak bir oyuncunun var olmadığını söyleyebiliriz. Bırakın yerlerinin doldurulmasını yanlarından bile geçecek kimse ne yazık ki yok. Üzücü ama gerçek…
3- Filmler seyirciye sıcaklık vermiyor: Birçok sinema filmi ve diziler izleyiciye eskiler gibi sıcaklık vermiyor. İşin salt para için yapıldığı, gereken emeğin sarf edilmediği, üstün körü bir şekilde kısa bir sürede çekildiği o kadar aşikar ki elbette ki seyirci de fark ediyor. Bir çok yapımdan açık açık özensizlik akıyor.
Her ne kadar Yeşilçam döneminin filmleri de birbiri ardına kısa dönemler içinde çekilse de artık günümüzdeki beklentiler çok daha fazla. Kaliteli sinema yapımlarına düşkün izleyici, yabancı filmlere, dizilere verilen emeği ve ortaya çıkan sonucu gördüğünde özgün olmayan, birbirine benzeyen, kötü senaryolara dayanan yapımlara ilgi duymuyor. Bu kitleyi tekrar kazanmak da epeyce zor görünüyor.
4- Seyircinin kaliteli yapımla buluşması engelleniyor: Toplumsal konulara, özgün senaryolara dayanan, deneysellik içeren, bazıları yabancı festivallerde ödül almış filmler ise sinema salonlarından uzak tutuluyor. Dağıtım tekelini ellerinde tutanlar, ”bu film gişe yapmaz” gerekçesiyle bunu yaparken, izleyici de sinemada yerli film seyretmiyor.
Birçok kaliteli yapım, ancak kısıtlı sayıdaki sinemada birkaç hafta gösterim şansına erişiyor. Bu sinemalar da ne yazık ki çok salonlu AVM sinemalarına yenilerek birer birer kapanıyor. 1978 yılında çekilmiş Maden filmi için de döneminde aynı zorlukların çekildiğini, salon sahiplerine binbir ricada bulunduğunu Tarık Akan’ın eski röportajlarından birkaç gün önce okudum. Bu bizim kanayan yaramız, hep vardı. Ancak ne yazık ki artık o noktadan bile çok uzağız. Şimdi Maden gibi filmleri izlemek daha zor, hatta olanaksız.
5- Kötü oyunculuğa prim veriliyor: Televizyon dizilerinde gitgide düzgün fiziğe sahip, ancak oyunculuğu vasat aktör ve aktrislere prim veriliyor. Mimiksiz, işinin eğitimini almamış, aynı zamanda da yeteneği de bulunmayan bu oyuncular ekranda şöhret kazandıktan sonra sinema filmlerinde boy göstermeye başlıyor.
İzleyici de zaten hoşlanmadığı bu isimleri bir de sinema filminde görünce bundan hiç hoşnut kalmıyor. Yeteneksiz güzel/yakışıklı genç oyuncuların yanına kendini ispat etmiş usta oyuncuları koyarak durumu kurtarma çabaları ise izleyicinin gözünü boyamaya çalışmaktan başka bir şey değil.
6- Seyirci yeni tür arıyor: Kimi filmlere bakarsak, bir zamanlar espri konusu olan Cüneyt Arkın’ın Dünyayı Kurtaran Adam’ının bile kat kat gerisinde olduğumuzu görürüz. İnli cinli sevimsiz korku filmleri, kaba komediler, özgün senaryoya dayanmayan ”mendil ıslatan” içeriksiz dramlardan sıkılan seyirci artık farklı tür arıyor. Yabancı yapımlarda polisiye/fantastik, bilim-kurgu/korku, komedi/dram gibi türler arası geçişler yapılabilirken bizim sinemamız ne yazık ki deneysellikten çok uzak…
Oysaki Yeşilçam döneminde dahi komedi ile başlayıp dramatikleşen Hababam Sınıfı, Bizim Aile, Neşeli Günler, Yalancı Yarim gibi filmler varken Türk Sineması’nın 21. yüzyılda böyle kısır bir döngü içinde bulunması düşündürücü. Yerli yönetmenler bir yandan Cannes, Berlin Film Festivali gibi dünya çapındaki organizasyonlardan ödüllerle dönerken, o filmler yerine içeriksiz yapımlar salonları işgal ediyor. Potansiyeli yüksek, sinemaya kalbini koymuş genç sinemacılar da filmlerini gösterecek salon bulamıyor.
Yol filmi gibi yapımlara imza atmış bir sektör bugün can çekişirken, nitelikli seyirci de giderek yerli sinemadan uzaklaşıyor. Onun için de ”ah nerede o eski filmler” diyerek nostaljik yapımlara sığınıyor. İşte bu sebeple her ölen sanatçının ardından sel gibi gözyaşı dökülüyor. Hem kaybedilen değerler, hem de giderek tükenen Türk Sineması için…
6 Yorumlar: "İzleyici niçin eski yerli filmleri özlüyor?"
Ceyhun D 21 Eylül 2016 (18:39)
Dağıtım şirketleri neden bizim adımıza karar verir? Ben kaliteli filmi neden izleyemiyorum? Bu sorular uzar gider? Haksızlık bu
sinekaf 21 Eylül 2016 (20:23)
Dağıtım şirketleri yıllardır ne yazık ki seyirci adına karar verip uyguluyor. Dolayısıyla bu düzen böyle gider. İzleyici sinemaları boş bıraksa tabii ki her şey değişir de bu da zor
Dilek SAMSUN 22 Eylül 2016 (22:37)
Hepsine katılıyorum. Yazık ki fazlaca kalitesiz yapım mevcut şu sıra.. Biraz seyrediyorum ama kısa zamanda soğuyorum. Özellikle de o bağı kuramamaktan şikayetçiyim ben de. O eski filmler, diziler bana mutlu olduğum dönemleri anımsatıyor ve sık sık geri dönüp tekrar tekrar izliyorum eskileri.. Kimbilir belki de çocukluğumu arıyorum.. 🙂
sinekaf 23 Eylül 2016 (13:37)
Türk Sineması, nicelik açısından çok ürün veriyor. Ancak nitelik olarak çıta her geçen gün biraz daha düşüyor. O zaman da seyirci izlemeye kalksa bile kısa sürede sıkılıp bırakıyor.
Çıplak Yazar 9 Kasım 2016 (10:08)
Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan biriydi. Tespitleriniz ve konu hakkındaki düşüncelerinizde oldukça haklısınız. Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama, zaman zaman sırf kara para aklamak için film çekildiğini düşünür oldum. Yani o kadar vasat bir senaryo üzerine film çekiliyor ki? Ben yönetmen olsam o filmi izleyici karşısına koymaya utanırdım. (Pamuk Prens gibi)
Diğer yandan dediğiniz gibi eski filmleri ve oyuncuları gerçekten arar olduk. Çünkü bende o samimiyeti ve sıcaklığı göremiyorum yeni filmlerde. Tabi Demet Akbağ gibi tiyatrodan gelme oyuncular için söylemiyorum. Fakat genel itibari ile son yıllarda iddialı bir Türk filmi görmedim.
Pek yakında filminde aslında biraz da bu konulara değinilmişti.
sinekaf 10 Kasım 2016 (19:58)
Çok teşekkür ederim. Çok sevindim