Burcu B. Bilgin
(8.5/10)
Erzurum’da sadece iki mevsimin yaşandığı küçük bir köy, yalnızlığını birbirine tutunmaya çalışarak aşmaya çalışan, ama bunu yaparken ayrışan insanlar.
Her şeyin merkezinde ise zorunlu hizmetteki dört yılını tamamlayıp İstanbul’a dönme hayalleri kuran, “umut etmekten yorulmuş”, yaşadığı tüm sorunları görev yaptığı köye yükleyen, bencil, kibirli, narsist bir taşra öğretmeni, her şeye yabancılaşmış bir anti kahraman: Samet.
Türkiye’nin Oscar adayı da olan, yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın dokuzuncu uzun metrajlı filmi Kuru Otlar Üstüne, rejisörün yine Anadolu’yu “film üssü” ilan ettiği yeni çalışması. Ceylan, bu defa bazı sahneleri Adıyaman’da çekilmekle birlikte Erzurum’un İncesu Köyü’nde izleyicisini ağırlıyor.
Hikaye, insanların kara bata çıka yürüdüğü, buz gibi soğuk bir kış gününde başlıyor. İlk sekanslarda bir yandan resim öğretirken rehberlik görevini de sürdüren baş kahramanımız Samet (Deniz Celiloğlu) ile tanışıyoruz.
Aslında bir çoklarımızın özellikle orta öğretim sıralarından itibaren tanık olduğumuz kız öğrenciyi kayırıp erkekleri azarlayan öğretmen tipini günümüzün taşra Türkiye’sinde yine karşımıza çıkarıyor NBC.
Özellikle favori öğrencisi Sevim (Ece Bağcı) ile sık sık okuldakilerden uzaklaşmak için kendine sığınak haline getirdiği spor odasında içli dışlı olan, ona hediyeler alan Samet, vaktinden önce olgunlaşmış bu öğrenciyle kendi namına büyük anlamlar yüklediği bir duygusal bağ kuruyor.
İki ana öykü üzerine kurulu filmin ilk dramatik dönüm noktası da okulda yapılan bir aramadan sonra Sevim’in çantasından çıkan bir “aşk mektubu” ile ortaya çıkıyor.
Belki kendine yazıldığını düşünerek, belki de sadece merakına yenik düşerek Firdevs öğretmenden mektubu alan Samet, beklemediği bir tepkiyle karşılaşıyor. Mektubun Samet’te olduğunu öğrenerek geri almaya gelen Sevim, öğretmeninden olumsuz yanıt alınca olayların fitili ateşleniyor.
Samet, okul müdürü olma hayalleri kuran, okulun en eski öğretmeni ve ev arkadaşı Kenan (Musab Ekici) ile kendini “taciz ithamıyla” İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde buluveriyor.
Tabii beklendik şekilde, yine ülkenin “erkek egemen”, örtbas etmeyi sorunun üzerine gitmeye yeğ tutan, genç bireyi korumacılıktan ziyade statükoyu ve sistemi korumayı tercih eden, “neme lazımcı” zihniyeti devreye giriyor ve öğretmenler biraz başları ağrısa da okulun yolunu tutuyor.
Hikayenin merkez iki kadın karakterinden Sevim, Samet Öğretmen’in kendisine ve şikayette bulunan arkadaşına yaptım baskılara karşın taviz vermiyor. Hatta Samet Öğretmen’in sınıfta öğrencileri “Siz ancak patates, pancar ekersiniz,” diye aşağılamasını da bildirmesine karşın sonuç alamıyor.
Aslında Samet, bu patates, pancar yorumunu yaparken yaşadığı coğrafyaya yabancılaşmasını gözler önüne seriyor. Zira dört yılını bitirip İstanbul’a dönme hayalleri kuran genç öğretmen, adeta bir turist gibi fotoğraflar çekiyor, anı pozları veriyor ve en büyük sorunu da aidiyet.
Her ne kadar vaktini köyde sosyalleşerek geçirse de aslında oradaki bireylere, çalışma arkadaşlarına, ev arkadaşına, en önemlisi de kendine yabancı Samet.
Bu arada not düşmek gerekirse Samet’in çektiği kareler aslında yıl içinde İstanbul Modern’de de sergilenen, Nuri Bilge Ceylan’ın Başka Bir Yerde isimli sergisine ait. Film içine serpiştirildiğinde de Kuru Otlar Üstüne zaman zaman belgesel havası kazanıyor.
Samet’in sosyalleşmesi demişken, her ne kadar kendini oraya ait hissetmese de köydeki jandarma karakolundan veteriner muayenehanesine kadar pek çok mekanda vakit geçiriyor.
Danalarını tedavi ettiği köylü tarafından köpeği öldürülen Veteriner Vahit (Yüksel Aksu) ile sohbet ederken ilginç bir gelişme ortaya çıkıyor ve filmin kilit sahnelerinden biri gerçekleşiyor. İş bulup köyden gitmekle dağa çıkmak arasında gidip gelen Feyyaz (Münir Can Cindoruk) ile Vahit arasındaki sohbet önce atışmaya sonra büyük bir gerilime dönüşüyor.
Bu sekansta babası güvenlik güçleri tarafından bir gece sorgusuz sualsiz alınıp götürülen, bu sebepten annesinin her gece gerekirse sabahlara dek pencerede beklediği Feyyaz’ın öyküsüyle de Ceylan, Güneydoğu sorununa parmak basıyor.
Ancak Samet, tıpkı Albert Camus’nün “Yabancı”sı gibi Vahit’in silahını çıkarıp masaya koymasına karşın “Bana bir viski koysana abi,” deyiveriyor. Ancak sonraki sahnelerinden birinde Feyyaz’ı sorarak belki de ilk kez birinin akıbetini merak ediyor.
Filmlerinde ülke sorunlarına doğrudan dokunmayan NBC, bu kez farklı ufuklara doğru gidiyor. Film boyunca yoksulluk, atanamayan öğretmenler, göç, zorunlu hizmet gibi sorunları da yan öyküler olarak konu ediniyor.
Köydeki yoksulluğun anlatımında zirveyi ise okul yardımı olan botu birkaç numara küçük alan, sonra kardeşine verdiğini gördüğümüz küçük kızla yapıyor.
Filmin ikinci ana öyküsünde ise bu kez enteresan bir aşk üçgenine tanıklık ediyoruz. Başta kendisinin randevulaştığı, ilçede öğretmenlik yapan Nuray’ı (Merve Dizdar) ilk görüşmenin ardından arkadaşı Kenan için daha uygun bulan Samet, ikiliyi bir araya getiriyor.
Kendini çok belli etmemeyi ve geri planda kalmayı tercih eden, sorunların etrafından dolanan, öğrencilerin deyimiyle “onlardan makas alan”, dolayısıyla o da çok enteresan bir başka karakter olan Alevi öğretmen Kenan, Nuray’a ilk görüşte yakınlık duyuyor.
Zaten Samet, artık zorunlu hizmeti bitireceği ve İstanbul’a dönme hayalleri de kurduğu için birbirine uygun gibi görülen ikiliden Kenan, Ankara’daki Gar saldırısında tek bacağını kaybeden ve protez takan Nuray’ın bu durumunu, “Aslında yürürken falan da belli oluyor. Hem böyle daha iyi,” gibi ilginç bir şekilde yorumluyor.
Özgüven zehirlenmesi yaşayan Samet’in aksine kendine güvensiz Kenan’ın “bu tercihi” karakterin yapısı göz önüne alındığında şaşırtıcı değil.
Ancak ikisini ilçede görünce kızın evine kendisini hile ve desiseyle davet ettiren ve oraya tek başına giden Samet ile Nuray’ın yemek masasında yaptıkları sohbet ise filmin zirvesini oluşturuyor.
Şikayet ettiği ülke gerçeklerine karşı “hiçbir şey yapmayan” aydın tipinin bir örneği olan Samet, “Sürüde olursan ancak bol bol kıç görürsün,” diyerek örgütlülükle de bıyık altından dalga geçiyor.
Toplumsal dayanışmanın altını çizen konuşmasıyla Nuray kalpleri fethetse de Samet, kendi savını zekice savunuyor. Öyle ki Nuray’ın, “Cesur musun?” sorusuna, “Korkmadığım zamanlarda,”, “Çocuk sever misin?” sorusuna, “Çocuğuna göre değişir,” diyecek kadar da hazır cevap.
Bu sahnelere fon olan Nuray’ın evinin duvarlarındaki, Ramize Erer’e ait resimler de filmin bir başka güzel seyirliği.
İşte tam bu noktada NBC’den filme damga vuran, sihirli bir dokunuş, ilginç bir twist geliyor. Nuray, yatağa girmeden önce Samet’ten “tüm ışıkları kapatmasını” istiyor.
Samet çıkıyor, ışıkları kapatıyor ve bir anda onu değil oyuncu Deniz Celiloğlu’nu karşımızda görüyoruz. Odadan çıkıp film setine giriyor ve bütün ekip izleyici karşısına çıkıveriyor. Sonra Celiloğlu yine Samet oluyor, buradan banyoya geçiyor ve yatağa dönüyor.
Bu yabancılaştırma tekniği ile seyirciyi şaşırtan yönetmen, seyircisine adeta “Unutmayın ki bir film izliyorsunuz,” mesajını veriyor.
Sonraki sahnede henüz otomobil kullanmayı bile iyi bilmeyen, bu nedenle Kenan’dan yardım alan Nuray’ın karlı yollara rağmen arabasıyla evlerine gelerek ikiliyle yüzleşmesine şahit oluyoruz. İki erkekten gözünü bile kırpmadan, kadınlık haklarını savunarak ve hakkı olana sahip çıkarak hesap soran Nuray, dönüşte onlarla beraber arabayla kar altında ilçe merkezine dönerken sonun başlangıcını görüyoruz.
NBC, Kuru Otlar Üstüne’nin finalini ise ise Sevim-Samet yüzleşmesinin ardından Samet’in anlatımıyla yapıyor. Film boyunca sorguladığımız, yargıladığımız ve “pek de güvenmediğimiz” Samet’i, mevsim geçişinde beklenmedik şekilde “güvenilir anlatıcı” koltuğuna oturtuyor yönetmen.
Samet’in bu anlatımından ise kendisine en çok dokunan kişinin öğrencisi Sevim olduğunu öğreniyoruz.
Peki bunu öğrensek bile Samet Öğretmen’i Vladimir Nabokov’un Lolita romanındaki dil profesörü Humbert Humbert sayabiliriz miyiz? Pek de öyle değil. Humbert’tan ziyade imajının parlatılmasına meraklı, egosantrik ve kibirli bir Dorian Gray var karşımızda.
Yaşadığı reddedilme küçük bir kızdan gelse dahi onun süper egosunu yaraladığından yaşamının merkezine Sevim’i alıveriyor.
Nuray Öğretmen’in evlerine gelip hesaplaşması ise onda böyle bir etkiyi yaratmıyor. Çünkü Nuray onun için zaten fethedilmiş bir kale.
Final sekansında da kuru otlar üstünden yürüyerek Kenan ile Nuray’ı dağın eteklerinde bırakıyor ve zirveye doğru kendi yolunda ilerliyor.
Filmin oyunculuklarına geldiğimiz zaman ise baş köşeye tamı tamına 197 dakika boyunca bu yapımı sürükleyen Samet rolündeki Deniz Celiloğlu’nu koymak gerekiyor.
Celiloğlu, tıpkı Ahlat Ağacı’nda durmaksızın konuşup yürüyerek filmi zirveye taşıyan Doğu Demirkol gibi filmin tartışmasız yıldızı.
Cannes Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü alan Merve Dizdar ise ödülü sonuna dek hak ettiğini duruşuyla, bakışıyla, karakterin içine girişiyle gösteriyor.
Yine Sevim rolünde üstün performans sergileyen genç oyuncu Ece Bağcı, Kenan rolünde sade perfomansıyla Musab Ekici ve Veteriner Vahit rolündeki Yüksel Aksu filmin akılda kalanlarından.
Netice itibarıyla Kuru Otlar Üstüne karakterleri iyi kurgulanmış, iki ana öyküsünü başarıyla işleyen, Doğu’nun eşsiz coğrafyasını fon edinerek bölge ve ülke sorunlarını da konu alan bir yapım.
Nuri Bilge Ceylan sinemasında farklı bir yere yerleşen filmi şu unutulmaz diyaloğuyla özetlemek mümkün:
-Adamın iki danasını iyi ettim, ama gitti benim köpeğimi öldürdü.
-Neden?
-İnsan olduğundan…
Her şeyin insan olmaktan ya da olamamaktan ileri geldiği mesajını veren bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
1 Yorum: "Kuru Otlar Üstüne: Bir garip narsistim hayat yolunda"
Hüseyin Yılmaz 6 Ekim 2023 (21:37)
İyi ile kötü arasında geçişkenliğin insanı kolayca kışkırtan nedenleri üzerine bahanelerimiz var hepimizin. Bu NBC filminden anladığım.
Önceki filmlerinden tanıdığımız didaktik/entellektüel (olağanın üstünde yoğun tempolu) bir diyalog bloğu, “sahiciliği” yüksek yazılmış diğer diyaloglar ve oyuncu yönetimi… Lakin önceki filmlerde olmayan bir bütünlüksüzlük, bir kolaj gibi geldi bana. Gerçeğin olağan tatsızlığından başka bir bozguncu karamsarlık hakimdi, hem renkleriyle, dokusuyla hem de anladığımı zannettiğim ana fikri ile.
Ve Lolita’vari tema, figür? “Kötülüğün” beslendiği sonsuz kaynaktan bu temayı seçip filmin belkemiğine oturtan seçim… Zira “hayat böyle işte, bu da var” derken seçtiğimiz kelimeler kurduğumuz cümleler aynı zamanda kaçınılmaz konu hakkında düşüncemizi de gösterir. Olumsuzu gösterip sağır bir “tarafsızlıkta” ısrar etmek taraf olmaktır. Pedofili diyemeyiz ama etrafında dolanan, kokaylıkla böyle sanılabilecek bir fluluk… Tersine de, her iki olasılığa da uyan cin diyaloglar… Yetişkin bir öğretmenin (yönetmenin) küçük bir çocuğun algısını zorlayabilecek bir diyalogda (aslında monolog mu / daha arzız bir şüphecilikle yetişkin olmayanların da libidosunun kaale alınması gerekircilik mi) ısrarı niye?
Atatürk büstü planı ile verdiği etki / düşündürdüğü şey de hoşuma gitmedi.