Burcu B. Bilgin
(8.0/10)
Çok genç yaşta pavyonlarda sahneye çıkan, sahte evlilikle kandırılan, dayak yiyen, yüzüne kezzap atılan, sonunda da trajik biçimde altı kurşunla 30 yaşında hayata veda eden bir kadın Bergen, nam-ı diğer Acıların Kadını.
Hayat hikayesinin beyazperdeye aktarıldığı film projesi senelerdir üstünde konuşulmasına karşın, araya giren pandemi sebebiyle bir dizi talihsizlik yaşasa da nihayet gösterime girdi. Filmi izleyip sizler için değerlendirdim.
Bergen’in, gerçek ismiyle Belgin Sarılmışer’in 1959 yılında, sıcak bir Mersin yazında başlayan, 1989 yılında sona eren kısa yaşamını işleyen filmde talihsiz sanatçıyı Farah Zeynep Abdullah canlandırıyor.
Mehmet Binay ile Caner Alper’in yönettiği, senaryosunu Sema Kaygusuz ve Yıldız Bayazıt’ın kaleme aldığı filmde Bergen’in kocası Halis Serbes’i Erdal Beşikçioğlu, annesi Sabahat Çakır’ı ise Tilbe Saran canlandırıyor.
Filmde 32 yaşındaki Farah Zeynep Abdullah, Bergen’in çocukluğu hariç tüm yaşlarını başarıyla canlandırıyor. Kimi film ve dizilerde rahatsız edici olabilen bu durum, Bergen filminde sorun yaratmıyor.
Abdullah’ın her sahnesine başarılı oyunculuğuyla damga vurduğu, Bergen rolünü adeta yaşadığı ve yaşattığı film, ünlü şarkıcının yedi çocuğunun babasını ihanetinden dolayı kızı Belgin ile birlikte terk ettiği sekansla başlıyor.
Arabesk şarkılarıyla ünlenen Bergen’in aslında müziğe klasik müzik eğitimi aldığı Ankara Devlet Konservatuvarı’nı dereceyle kazanarak başladığını ise bu film sayesinde öğrendim.
Filmde sahne sevgisi ağır basınca okulu bıraktığını izlesek de kimi röportajlarda arkadaşları, Bergen’in klasik müzik eğitimini pek de sevmediğinden bahsetmiş. Ayrıca yine filmde 18 yaşında sahneye çıkmaya başladığı bilgisi yer alsa da esasen ünlü şarkıcı iki yaş büyütülerek kulüplerde söylemeye başlamış.
Bergen’in hayatının kırılma noktası ise Ankara’nın iyi müzikhollerinden olan Feyman Kulüp’te başlayan sahne yaşamının Adana pavyonlarına sürüklenmesiyle yaşanıyor.
Vakti zamanında çok sayıda seçkin sanatçının yolunun geçtiği bu kulüpten sonra geldiği pavyonlarda kitle de değişince, ortamların müdavimi, hayatını karartan ve bitiren adamla tanışan Bergen için bu kötü tesadüf, sonun başlangıcı oluyor.
Annesinin terzilik yaparak varını, yoğunu adadığı, köklü eğitim kurumlarında başlayan bir sanat yaşamı bir şekilde pavyonlara doğru yönlenen Bergen’in bu seçiminin maddi durumlarının sıkıntıya girmesinden mi kaynaklı bilemiyoruz.
Ne yaşanmış olunursa olsun neticede Adana pavyonlarının Bergen’i, Azrail’inin önüne attığı aşikar.
İşte tam da bu noktadan sonra Türkiye’de milyonlarca kadının uğradığı fiziksel ve psikolojik şiddet, takıntılı erkek, içine girdiği sarmalın içinden çıkamayan, celladından da kopamayan kadın öyküsüyle bir kez daha karşılaşıyoruz.
Bergen’in kendi sözleriyle ifade etmek gerekirse, “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadıkları kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez”. İşte ilişkileri maalesef bu yörüngede ilerliyor.
Sadist katilin ruh halini, iniş çıkışlarını da başarıyla işleyen filmin bir başka artısı da aslında dramatize edilmeye açık, tam manasıyla “arabesk” bir yaşam öyküsünü ele almasına karşın olayları sadece oluş şekliyle, ajite etmeden gözler önüne sermesi.
O günlerin yükselen değeri arabeski tam manasıyla kendi hayatında da yaşayan şarkıcının Stockholm Sendromu’na dönmüş öyküsünü sinemaya başarıyla taşıyan bir film Bergen.
Bu başarıda da senaryo kadar Farah Zeynep Abdullah ile Erdal Beşikçioğlu, Tilbe Saran ve Bergen’in Adana pavyonlarında tanıştığı dansöz arkadaşını canlandıran Nergis Öztürk’ün rolü büyük.
Filmin başarılı sanat yönetimi ve kostüm tasarımının sayesinde 1970’lerin ve 80’lerin havası en iyi şekilde filme taşınıyor. Saç ve makyajla Farah Zeynep Abdullah’ı birebir Bergen’e dönüştüren ekibi de tebrik etmek lazım.
Her ne kadar filmde bir viyolonselin üzerinde gördüğü belirtilse de aslında bir gazete kupüründe gördüğü, hayatında hiç yolunun düşmediği şirin Norveç kenti Bergen’den ismini alan Belgin Sarılmışer’in hayatı tam ibretlik.
Onun sokak ortasında yaşamını kaybettiği 1989 yılının üzerinden yıllar geçse de günümüz Türkiye’sinde hala Bergenler sokak ortalarında katlediliyor, apartmanlardan aşağı atılıyor, kurşunlara, bıçak darbelerine hedef olarak aramızdan ayrılıyor, sakat bırakılıyor. Yani değişen bir şey yok.
Bergen’ler genç yaşında toprağın altına girerken, katilleri de tıpkı filmde ismi özellikle zikredilmeyen eli kanlı koca Halis Serbes gibi kısa süre hapis yatıp çıkıyor. Sonrasında da pişkin demeçler verebiliyor.
Sırf bu yüzden bile aslında Bergen’in acı dolu yaşam öyküsünün filmleştirilmesi önem taşıyor. Günümüzde acılı yaşam öyküsü unutulmaya başlanan Bergen yalnız değil, sayısız kadınla aynı kaderi paylaşıyor.
Zira toplumsal bilinçlenme açısından da ibret alınacak bir hikayesi var Bergen’in. Bu sebepten filmin tam zamanında gösterime girdiğini düşünüyorum.
Hayatları kurtaran İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının, yeni yeni Halis’ler yaratıp yeni canlara mal olduğu ortada. Bu nedenle bir defa daha “İstanbul Sözleşmesi kurtarır” mesajının altını çizen filmin mutlaka izlenmesini tavsiye ediyorum.
Her ne kadar talihsiz şarkıcı, parçasında “Benim için üzülme,” dese de günümüzde Bergen’ler için üzülmeye devam ediyoruz. Umarım bir gelecekte katillerin elinde can veren kadınlar için üzülmemiz gerekmez. Düşüncesi bile güzel.
1 Yorum: "Bergen: Benim İçin Üzülme"
Atila 8 Mart 2022 (15:29)
Yine güzel olmuş..