Burcu B. Bilgin
(7.5/10)
Netflix ekranının en fazla ilgi çeken yapımlarından Bridgerton, Penelope Featherington ve Colin Bridgerton’ın öyküsüne odaklanan üçüncü sezonuyla iki kısım halinde ekrana geldi.
Sezonun ilk dört bölümü geçen ay izleyiciyle buluşmuştu. Bridgerton’ın bu ay yayınlanan diğer dört bölümünü izleyerek sizler için değerlendirdim:
Julia Quinn’in aynı adlı roman serisinden ekrana uyarlanan Bridgerton, ilk sezonunda Daphne Bridgerton ile Dük Simon Basset’ın, ikinci sezonunda Anthony Bridgerton ile Kate Sharma’nın aşkını işlemişti.
Her sezonda başka bir hikaye anlatan dizinin ilk iki sezonunda yan hikayenin kahramanı olarak izlediğimiz Lady Whistledown, gizlice bir “fısıltı gazetesi” yayımlayarak hem sosyetenin, hem de Kraliçe’nin ipliğini pazara çıkarıyordu. Balolarda soylu kızların koca bulabilmek için yaptıklarını, aileleriyle beraber nasıl komik duruma düştüklerini anlatırken, ilgi gördüğü kadar bolca düşman da kazanıyordu.
Tatminsiz yaşamını renklendirmeye çalışan Kraliçe Charlotte (Golda Rosheuvel) başta olmak üzere herkesin fellik fellik aradığı ve yoksul kesimden zannettiği Whistledown aslında bir soylu olan Penelope Featherington’dan (Nicola Coughlan) başkası değildi.
Kaleminden “kan damlayan” Penelope, dikkat çekmeyen fiziği ve sessiz duruşuyla balolarda her şeyi duyup yazıyordu.
Üçüncü sezonda Penelope’yi bu kez hem Colin Bridgerton (Luke Newton) ile aşkı, hem de Lady Whistledown olarak son dönemece gelen öyküsüyle izliyoruz.
Yeni sezonun ilk dört bölümü, gitgide zorlaşan yaşamının içinde çırpınıp duran Penelope’nin çözüm arayışlarına sahne oldu. Featherington ailesinin, babalarının kaybı ve hilekar kuzenlerinin dolandırıcılıkları yüzünden bozulan maddi durumu, ailenin sosyal statü kaybına da sebep olmuştu.
Kızları Prudence (Bessie Carter) ve Philipa’yı (Harriet Cains) evlendirse de beklediği kadar zengin ve yüksek statülü izdivaçlar yapmalarını sağlayamayan anne Portia Featherington (Polly Walker), Penelope’den de zaten artık “hiçbir şey beklemediği” için çıkmaza girmişti.
Külkedisi öyküsüne bol bol gönderme yapılan Featherington ailesinin içersiinde “üvey kardeş” olmasa da devamlı yalnızlık çeken Penelope, cemiyet içine girince de yalnızlığı katlanarak artıyordu.
Herkesin birbirini tanıdığı soylu topluluğunda hiç şansı olmayan Penelope, bu görünmezlik zırhını kuşanıp kalemiyle topluluğu yönetir bir hal alırken, hemen hiç kimse ondan kuşkulanmıyordu.
Dizinin üçüncü sezonunun son dört bölümünde ise sadece Penelope değil dizinin hemen hemen tüm ana karakterlerin maskeleri düşüyor, daha doğrusu kendileri dahil herkes “asıl kimliğiyle” tanışıyor, gerçekte kim olduğunu buluyor.
İlk dört bölümde Penelope ile Colin’in aşk hikayesinde serim, düğüm ve çözüm seyretmiş, ikilinin nişanlarına giden sürece tanık olmuştuk.
Ekrana gelen ikinci dört bölümde ikili bu kez “Lady Whistledown” kriziyle karşı karşıya geliyor ve ilişkileri ağır biçimde sınanıyor.
Konuşmaktan ziyade yazarak kendini ifade edebilen Penelope ile en az onun kadar yazmayı seven ile seyahatlerini kaleme alan Colin’in ilişkisi, altıncı ve yedinci bölümlerde kayalara vurmaya başlıyor.
O güne kadar birbirine karşı net olamayan, sık saklayan ve sonunda bu sırları ifşa olan çift, çok zorlanıyor ve sezonun son bölümünde kendi namlarına çözümü buluyor.
Colin’in, sezonun “kötü karakteri” diyebileceğimiz Cressida Cowper (Jessica Madsen) ile yüzleşme sahnesindeki diyalogunun yer aldığı kısımlar, üçüncü sezonun en iyi sekansı olarak öne çıkıyor.
Bu konuşma neticesinde Mayfair sosyetesindeki pek çok bireyin aslında kendini nasıl sakladığını ve topluluk kuralları yüzünden öz benliğini kaybettiğini görürken, herkesin “kalabalıklar içinde yalnız” olduğunu görüyoruz.
Yeni sezonda ilişkilerine yön ararken kendini bulan Colin ile Penelope’nin dışında bireysel yolculuğuna çıkan başka karakterler de var.
Evin ortanca oğlu Benedict (Luke Thompson), birkaç sezondur kapalı kapılar ardında sürdürdüğü bağımsız yaşam isteğine üçüncü sezonda yeni bir yön çiziyor.
Ailenin en özgür üyesi olan Benedict, Tilley ve bir arkadaşı sayesinde farklı deneyimlere açık olma konusunda kendisinin yeni bir yönünü fark ediyor.
Onlarla ekstrem bir gece geçiren ve yeni bir yöne doğru yelken açan Benedict, şimdiye dek kendini oldukça gizleyerek sürdürdüğü yaşantısını tamamen sansürsüz yaşama kararı alıyor.
Benedict gibi Bridgerton ailesinin özgür bir başka üyesi daha var: Eloise (Claudia Jessie). Kitaplara ve dünyayı keşfetmeye meraklı Eloise, karmaşık düşüncelerini sonunda netleştiriyor ve son bölümde önemli bir karara varıyor.
Sezon boyu Colin ile Penelope’nin ilişkileri, Francesca’nın evliliği, Lady Whistledown’ın kimliği derken kendisine yoğunlaşamayan Eloise böylece rahatlıyor.
Önünde fazla bir seçenek olmadığı için mecburi istikamet olarak kötülüğü seçen Cressida ise kendi kazdığı kuyuya düşüyor.
Anne ve babasının yaşlı bir adamla evlendirme isteği karşısında gidecek yol bulamayarak “sahte bir kimliğin” ardına saklanmayı seçen Cressida, böyle dar bir toplumda yaşamanın bedelini ödemek zorunda kalıyor.
Colin’in ziyaretinde, genç adamın “Aile sevgisi esastır,” sözleri üzerine, “Bunda yanılıyorsunuz Bay Bridgerton. Siz ve ben aynı değiliz,* diyen Cressida, bu sözlerle her ailenin şefkatli olmadığını gözler önüne seriyor.
Katı ve kuralcı babası ile her yolu mübah gören annesinin arasında kalan Cressida Cowper, içinde yetişilen ailenin, kader olduğunu gözler önüne seriyor.
Bridgerton ailesinin sessiz sedasız, müziğe yetenekli üyesi Francesca’nın (Hannah Dodd) ile Kilmartin Dükü John Stirling (Victor Alli) ile aşk hikayesi, yeni sezonda aslında oldukça geri planda kalıyor.
Ancak bu öykü, final bölümündeki ilginç bir karşılaşmanın da etkisiyle gelecek sezonda farklı gelişmelere gebe olduğunun sinyallerini veriyor.
Ancak burada özellikle serinin uyarlandığı romanları okuyanların çok tepki gösterdiği bir Michael/Michaela sorunsalı var ki günlerdir sosyal medyayı meşgul ediyor.
John Stirling’in Francesca ve Eloise ile tanıştırdığı kuzeni, gelecek sezonlarda önemli bir yere sahip olacağını roman okurları şimdiden biliyor. Ancak kitaplarda Michael olan karakterin Michaela’ya (Masali Baduza) çevrilmesi bazı gelişmeleri şimdiden değiştiriyor.
Francesca’nın görünce heyecanlanıp karşısında kekelemeye başladığı Michaela’nın, romanlarda Michael olduğunu hatırlatan okurlar, dizi yaratıcılarına sürekli öfke kusuyor.
Bir taraftan da bu karakterin eskisi gibi Michael Stirling olması yönünde isteklerini de iletirlerken, böyle bir şeyin bundan sonra gerçekleşemeyeceği aşikar olduğundan gelecek sezona konu bu karakterler üzerinden sürerse tepkilerin de artarak devam edeceğini söyleyebiliriz.
Benedict ile başlayan sürecin bir başka halkasının da Francesca Bridgerton ile devam edip etmeyeceğini yeni sezon öncesinde merakla bekleyeceğiz.
Şimdiye dek farklı yönelimlere pek de kapısını açmamış olan Bridgerton dizisinin, Netflix bünyesindeki diğer yapımların izinden gitmeye başladığını da üçüncü sezonda görüyoruz.
Bridgerton ailesinin genç yaşta dul kalan annesi Violet (Ruth Gemmell) da bu sezonda Lord Marcus Andersorson (Daniel Francis) ile tanışarak sürpriz bir aşka imza attı.
Kendini çocuklarını yetiştirmeye adayan Violet’ın, Lady Agatha Danbury’nin (Adjoa Andoh) kardeşiyle aşkı da gelecek sezonun konuları arasında olmaya aday gözüküyor.
Dolayısıyla üçüncü sezonun hareketli geçen ilk dört bölümünün ardından gelen son dört bölüm, bir çok konuyu açıklığa kavuşturuyor.
Beşinci ve altıncı bölümler çok hareketli ve sürükleyici iken, burada pik yapan üçüncü sezon, yedinci bölümde biraz frene basıyor ve temposu düşük kalarak biraz da tekrarlara düşüyor.
Final bölümünde ise öykü oldukça iyi toparlanırken, gelecek sezonlara dair yeni konular için işaret fişekleri de atılıyor.
Üçüncü sezon, kadının toplum içindeki statüsünü, ailenin bireyin yaşamındaki rolünü, en önemlisi de herkesin aslında “kalabalıklar içinde yalnız” olduğunu ve bireysel yolculuğu için çıkış yolu aradığını gözler önüne seriyor.
Oyunculuklara gelecek olursak, üçüncü sezonun yıldızı Penelope rolündeki Nicola Coughlan oluyor. İrlanda’daki bir lisede geçen Derry Girls isimli kara komediyle parlayan Coughlan, sezon boyunca kuvvetle alkışlanacak bir performans sergiliyor.
Colin Bridgerton rolündeki Luke Thompson, sezonun ikinci dört bölümünde daha yükselen bir oyunculuk sergiliyor.
Lady Portia Featherington’ı canlandıran Polly Walker, yine üçüncü sezonda öne çıkan bir başka oyuncu.
Violet Bridgerton rolündeki Ruth Gemmell istikrarını sürdürürken, Lady Agatha Danburry’yi canlandıran Ajjoa Andoh ile Cressida Cowper rolündeki Jessica Madsen da göz dolduruyor.
Sonuç itibarıyla renkli ve gösterişli bir dönem dizisi olmanın ötesinde üçüncü sezonunda “hikaye anlatmayı” ve bunlar aracılığıyla mesajlar vermeyi de başaran Bridgerton, başarılı bir sezonla izleyici karşısına çıkıyor.
Sonlara doğru tekrarlara düşmesi sebebiyle ufak bir ivme kaybetse de sekizinci bölümde konuyu toparlayan dizi, yeni sezonlara dair merak uyandıran gelişmelere de sahne oluyor.
Birkaç sezondur ilgi uyandıran pek çok öyküsünü çözüme ulaştıran Bridgerton’ın dördüncü sezonu, Netflix tarafından onay aldı.
Yeni sezonda görüşmek üzere.
Yorum Yapılmamış: "Bridgerton 3. sezon 2. kısım: Kalabalıklar içinde yalnız"