Bridgerton 3.sezon: Kadının adı var

Burcu B. Bilgin

(8.0/10)

Netflix’in gelmiş geçmiş dizileri arasında en çok izlenenler arasında yer alan Bridgerton, ekrandaki üçüncü sezonuyla izleyici karşısına çıktı.

İki kısım halinde yayına girecek olan üçüncü sezonun ekrana gelen ilk dört bölümünü izleyip sizler için değerlendirdim:

Julia Quinn’in aynı adlı romanlarından uyarlanan Bridgerton, ilk sezonunda Daphne Bridgerton ile Dük Simon Basset’ın, ikinci sezonunda Anthony Bridgerton ile Kate Sharma’nın aşkını işlemişti.

Her sezonda başka bir hikaye anlatan dizinin “Queen Charlotte: A Bridgerton Story” isimli spin-off’unda ise Kraliçe Charlotte’un saraya gelişi ve kral ile evliliği konu edinilmişti.

Pandemi döneminde izleyiciyle buluşan ilk sezon, aslında hikaye örgüsünden çok şaşaalı kostüm ve dekorları, başarılı görüntü yönetimi ve çok cesur aşk sahneleriyle ön plana çıkmıştı.

Dizi, ilk sezonda Dük Simon rolünü üstlenen Regé-Jean Page’in ani yükselen popülaritesi ile isminden çok söz ettirmişti.

İkinci sezonda Bridgerton, eskisi kadar “seks satar,” anlayışında değildi ve karakterlerin içlerinin daha dolu oluşu ve hikaye anlatımıyla biraz daha oturmuştu. Bu durum, ilk sezondaki çizgiye ilgi duyan bazı izleyicilerce yadırgandı.

İlk iki sezonda yan hikayenin kahramanı olarak izlediğimiz, Lady Whistledown, gizlice bir “fısıltı gazetesi” yayımlayarak hem sosyetenin, hem de Kraliçe’nin ipliğini pazara çıkarıyordu. Balolarda soylu kızların koca bulabilmek için yaptıklarını, aileleriyle beraber nasıl komik duruma düştüklerini anlatırken, bolca da düşman kazanıyordu.

Tatminsiz yaşamını renklendirmeye çalışan Kraliçe Charlotte başta olmak üzere herkesi fellik fellik aradığı ve yoksul kesimden biri zannettiği Whistledown aslında genç bir soylu olan Penelope Featherington’dan  (Nicola Coughlan) başkası değildi.

Kaleminden “kan damlayan” Penelope, dikkat çekmeyen fiziği ve sessiz duruşuyla balolarda her şeyi duyup yazıyordu.

Penelope’nin bu ilginç macerası, iki sezondur bir yan hikaye olarak sunulurken, ekrana gelmeye başlayan üçüncü sezonda bu kez onu ana rolde izliyoruz.

Ayrıca, gönül verdiği gezgin ruhlu Colin Bridgerton (Luke Newton) ile aşkı da yeni sezonda tema olarak işleniyor. Bu arada üçüncü sezonda diğerlerinden farklı olarak bolca kadın hikayesi ve sosyal içerikli mesajlar da var.

Merkezde Penelope ile Colin bulunsa da yeni sezon, aslında birbirinden farklı öyküleri olan üç kadını işliyor. Penelope’nin yanında Francesca Bridgerton (Ruby Stokes) ve Lady Tilley Arnold (Hannah New) diğer ana kahramanlar.

Penelope, romanlara ve yazmaya, Francesca klasik müziğe ve sanata, Lady Tilley ise bilime olan ilgisiyle öne çıkıyor.

Sosyeteye üç yıl önce takdim edilen, ancak halen bekar olan Penelope, otoriter annesi ile şımarık iki kız kardeşi tarafından devamlı aşağılanıyor.

Bir Külkedisi yaşantısı süren genç kız, para düşkünü annesi tarafından sürekli horlanıyor, evde ise neredeyse görünmez gibi. Bütün enerjisini gizli gazetesine aktaran Penelope, yeni sezonda ise Anka Kuşu gibi “küllerinden” doğuyor.

Şimdiye kadar yakın arkadaşı Eloise (Claudia Jessie) ile sohbetlerine yoğunlaşan ve eş bulmakta gözü olmayan Penelope, aslında itiraf edemese de arkadaşının ağabeyine gizlice aşık.

Maceraperest Colin ise diyar diyar gezerek genç kızın hayallerinin gerçek olmaması için elinden geleni yapıyor, üstelik de gösterişsiz fiziği ve eş bulmaya ilgisizliği sebebiyle topluluğun “kara koyunu” olan Penelope’yi “friend zone”da tutuyordu.

Yeni sezonun başında, nam-ı diğer Lady Whistledown, korkunç evinden kurtulmak için başta kendisine “herhangi bir eş bulma” çabasına girişiyor.

Önce kıyafetlerini, sonra dış görünüşünü yenileyen Penelope, Colin’e adım adım yaklaşırken ilk etapta başka bir koca adayıyla tanışıyor: Lord Alfred Debling (Sam Philipps).

Feminist mesajlar içeren üçüncü sezonda erkeğin eş ararken kendi konfor alanına nasıl önem verdiğini izliyoruz. Kaldı ki bu durum günümüzde de aynı.

Şansına bir başka gezginle daha tanışmış olan Penelope’nin eş adayı Alfred, aslında tamı tamına üç yıl boyunca yapacağı seyahat sırasında evde oturup onu bekleyecek, sesini çıkarmadan yolunu gözleyecek bir eş arıyor.

Tüm bu gelişmelerin ardından, Bridgerton’ın üçüncü sezon ilk kısmı çok ilginç bir “at arabası” sahnesiyle son buluyor.

Sezonun ikinci kısmı ise yüksek ihtimalle Colin’in, Penelope’nin aslında Lady Whistledown olduğunu öğrenmesiyle yaşanacak gelişmelere gebe.

Sezonun ikinci hikayesinde, her sezon bir başka genç kızı “sezonun incisi” ilan eden Kraliçe’nin yeni gözdesi Francesca Bridgerton’ın yaşadıklarını izliyoruz.

Sakin, entelektüel, müzik alanında bilgisi ve virtüözite seviyesinde yeteneği olan Francesca, Kraliçe Charlotte’u etkilerken, aslında hayatı notalarda kaybolmaktan ibaret.

Tanıştırılan gözde lordları ilgi duyduğu müzik alanında ve entelektüel olarak sığ bulan Francesca’nın da Michael Stirling (Victor Alli) ile tanışmasının ardından yaşananlar yeni sezonda konu ediliyor.

Gözde bir ailesi olmayan, sessiz sedasız, içine kapanık, ancak sanata ilgili Stirling, zenginlik, şaşaa ve paranın hüküm sürdüğü bu evrende şans arıyor.

Bu hikayede de sanat, kitaplar ve entelektüel olmanın önemine vurgu yapılırken, Bridgerton’ın bu değerlerin ve kadının gücünün altını çizmesine, bu tür bir şovdan beklenmeyecek ölçüde tanıklık ediyoruz.

Bu arada, Bridgertonlar’ın annesi Violet’ın (Ruth Gemmel) çocuklarına, eş ararken en önemli şeyin o kişiyle arkadaşlık ve ortak noktalar olduğunu sık sık belirtmesi de sezonun artılarından.

Sezonun üçüncü aşk öyküsünün merkezinde ise Bridgerton ailesinin uçarı ve sanatçı ruhlu üyesi Benedict (Luke Thompson) ile Lady Tilley Arnold var.

Tanışmalarında “Bir kadın mühendislik bilimine ilgi duyamaz mı?” diyerek Benedict’e meydan okuyan Lady Tilley, eşini kaybetmiş bir kadın.

Özgür olarak yaşanan cinsellikten yana olan ve evlenmek gibi bir niyeti olmadığını vurgulayan bu cesur kadın da dizinin üçüncü sezonuna feminist damga vuranlar arasında yer alıyor.

Dizinin bu sezonunun en sıkıntıdaki karakteri ise Penelope’nin, gezgin Lord Alfred için rekabet ettiği Cressida Cowper (Jessica Madsen).

Penelope ile arası bozulan Eloise ile yakın arkadaş olan Cressida, başta şımarık tavırlarıyla dikkat çekse de sıkıntısı zamanla anlaşılıyor.

Kapalı aile yapısı, anne ve baba baskısıyla ezilen genç kız eğer eş bulamazsa babası tarafından zengin ve yaşlı bir erkekle evlendirilmekle korkutuluyor. Babası başka yasaklar da koyunca Cressida, isyan eden bir başka kadın karakter oluyor.

Sezonun sosyal içerikli öyküsü ise Bridgerton’ın bar işletmecisi eski boksör Will Mondrich (Martins Imhangbe) ve eşi Alice’in (Emma Naomi) başından geçiyor.

Kraliçe Charlotte’un öyküsünde hikayenin geçtiği hayali krallıkta siyah ve beyaz toplulukların nasıl bir araya getirildiğini ve siyahların toplulukta soyluluk unvanlarını nasıl kazandığını izlemiştik.

Paraları olsa bile soyluluk unvanlarına çok sancılı bir süreçten sonra sahip olan siyah ailelerin arasına bu sezon kendilerine miras kalan Mondrich’ler de ekleniyor.

Ancak Türkan Şoray’ın Güllü serisindeki çilesinin bir benzerini yeni konaklarına yerleşen Mondrich ailesi de çekiyor. O güne kadar dilediği gibi yaşayan orta halli aile, bir anda kendilerini ne giyeceklerinin, nasıl davranacaklarının dikte edildiği bir ortamda buluyor.

Toplumda dikey geçişin sancılarını çeken karı kocaya “aynı odada bile yatamayacakları” söyleniyor, hatta çalıştırdıkları barı kapatmaları isteniyor.

Zira, krallıktaki kurala göre Kraliçe, bir soylunun “çalışmasını” doğru bulmuyor. Kendilerini çok büyük bir sınavın içinde bulan Mondrich’ler kendi kurallarına göre yaşamakla miras kalan soyluluk unvanı arasında kalıyor.

Yaşadıkları zorlu sınavın devamını ise sezonun geri kalan bölümlerinde izleyeceğiz ancak şurası çok önemli ki soyluların ve zenginlerin kurallarını hicvederek sosyal bir mesaj verilmesine Bridgerton sezonları içerisinde ilk kez bu kadar keskin olarak rastlanıyor.

Kraliçe Charlotte’un öyküsünde bütün çıplaklığıyla izlediğimiz siyah-beyaz eşitsizliğinin vurgulandığı bu öykü, dizinin “çeşitliliğin önemine” yaptığı bir vurgu.

Dizide şimdiye kadar izlediğimiz üzere Kraliçe Charlotte ve Kral George ile başlayan ırklar arası evliliklerin örnekleri olarak Daphne Bridgerton ile Dük Simon Basset, Anthony Bridgerton ve Hint asıllı eşi Kate Sharma’yı görmüştük.

Yeni sezonda da aralarına Francesca Bridgerton ile Michael Stirling de katıldı. Üçüncü sezonda temelleri atılan Lady Violet Bridgerton ile soyluluk unvanı alan ilk siyahlardan Lady Agatha Danburry’nin esrarengiz erkek kardeşi Lord Anderson (Daniel Francis) yakınlaşması da başka bir sürpriz olacak gibi görünüyor.

Dolayısıyla şimdiye kadarki hikayeleriyle Netflix’in en çok izlenen şovları arasında yer alan Bridgerton, üçüncü sezonunda biraz daha risk alıp masal evreninde  “gerçek hikayeler” anlatma yoluna gidiyor.

Bir ana, beş de yan hikaye sunan dizi bütün bunlara da eşit derecede ağırlık vererek izleyiciye çok sayıda karakterle dolu bir evren sunuyor.

Biraz da oyunculuklardan söz edecek olursak bu sezonun yıldızı hiç kuşkusuz Penelope Featherington rolündeki Nicola Coughlan.

Bridgerton’ın başladığı günden bu yana gitgide daha da güçlenen performansını bu sezon en üst seviyeye çıkaran oyuncu, alkışı hak ediyor.

Colin Bridgerton rolündeki Luke Newton, Eloise Bridgerton rolündeki Claudia Jessie, Will Mondrich’i canlandıran Martins Imhangbe ve Penelope’nin huysuz annesi Portia Featherington rolündeki Polly Walker, dizinin diğer iyilerinden.

Şimdiye kadar aşk, cinsellik ve gösterişli bir dünya sunan dizi, yeni sezonda biraz çizgisi dışına çıkarken bu durumun reytingine nasıl yansıdığını da ileride göreceğiz. Üçüncü sezonun kalan bölümleri 13 Haziran 2024 tarihinde ekrana gelecek.